Kupa boyunca süren yazı dizimizde, final öncesi son basamaktayız.

Kupa boyunca süren yazı dizimizde, final öncesi son basamaktayız.

Deutschland: Kimisi Alman disiplini ile özdeşleştirdi, kimisi Brezilya’nın yarı finale kadar şansının yaver gitmesi sonucu gelmesiyle. Hatta ilk yarım saatte gelen şok edici 5 golü, 2. Dünya Savaşı’nda, Almanların kullandığı, hızlı ve ani saldırılarla düşmanı şok etme amacını güden taktik Blitzkrieg’e benzetenlerin sayısı da az değildi. Ne yalan söyleyelim, Almanlar bunu yaparken zorlanmadılar dahi. Başından Maracanazo geçmiş bir ülkeye, ev sahibi oldukları 2. turnuvada kabusu yaşatırlarken bunu öyle rahat yaptılar ki, Miroslav Klose’nin dünya kupası tarihinin en golcü futbolcusu haline gelmesi ve Thomas Müller’in onun tahtını daha şimdiden zorlayacağını göstermesi bile arada kaynadı. Neymar’ın eksikliğine odaklanmış tüm dünya basını ve Brezilya cephesine “o olsaydı da çok bir şey farketmezdi, iş bizde bitiyor” mesajını da yolladılar. Final maçına çok önemli bir psikolojik avantajla gidiyorlar. Joachim Löw, ulusal takım kariyerindeki 2. turnuva finaline çıkıyor. Euro 2008 finalinde İspanya’ya kaybettiklerinde bu derece korku salmamışlardı. 54 yaşındaki teknik adam, 2004’te Jürgen Klinsmann’ın yardımcılığı ile başladığı 10 yıllık macerayı taçlandırırsa, futbol tarihinin en güzel proje sonuçlarından birisine de imza atacak. Biz de son 2 dünya şampiyonu hocayı İspanyol ve Alman köylüsü olarak ülkeden kovaladığımızın hikayesini torunlara anlatır güleriz...

Louis van Gaal: Siz bu satırları okurken, Hollanda’nın final maçına çıkıp çıkmayacağı belli olmuş olacak. Ama bütün bunlardan bağımsız, “huysuz adam”, Kosta Rika maçının 121. dakikasında Jasper Cillesen’i oyundan alıp, Tim Krul’u sahaya gönderdiğinde onun için “dahilik ve delilik arasındaki o ince çizgide yürüyor” yorumu çok yapıldı. Maç sonu açıklaması ise çok netti. “Krul’un boyu daha uzun, köşelere daha iyi uzanabiliyor ve geçmişinde daha çok penaltı kurtarmışlığı var, bu tamamen analiz ile ilgili”. Bize verdiği ders şuydu: Dahilik damgası vurduğumuz birçok teknik adam aslında ayakları yere çok sağlam basan adamlar. Onları diğerlerinden ayıran ise, zor anlarda cesur kararlar verebilmeleri. Risk almaktan sakınmamaları ve hamlelerinin, kaybetmeleri değil kazanmaları halinde getireceklerine konsantre olmaları. Manchester United’ın tarihinde, Britanya dışından gelen ilk menajer olmak kolay iş değil.

Haketmek-haketmemek: Son kısım, sadece 2014 Dünya Kupası’nın öğrettiği bir konu olmaktan ziyade belki de futbolun evrensel tartışma konusu. Bir futbol maçını kimin haketttiğini nasıl anlayabiliriz? Örneğin 2. turdaki Almanya-Cezayir ve Arjantin-İsviçre maçları ile çeyrek finaldeki Hollanda-Kosta Rika maçları bir sınavdı ve 3 maçta da kaybeden takımın maçı daha çok hakettiğini söyleyenlerin sayısı az değildi. İsviçre, Arjantin maçının son 75, Kosta Rika ise Hollanda maçının tüm 120 dakikasında sadece kalesini savunmayı düşündü ve rakip kaleye doğru dürüst gitmediler bile. Karşılarında ise 120’şer dakika boyunca gol arayan takımlar vardı. Kosta Rika ve İsviçre, dirençli ve disiplinli futbollarının karşılığını tam alamadılar, hatta Kosta Rika 3 eski dünya şampiyonu ve 3 kez final oynamış Hollanda dahil oynadığı 5 maçta da mağlup olmadan turnuvadan elendi, ama sadece buna odaklanarak, karşılarında sürekli rakip kaleyi bulmaya uğraşan rakiplerine haksızlık etmiyor muyuz? Maçı penaltılara götürme taktiğini görüp, buna karşı taktik üreten Van Gaal’in Hollandası için “haketmediler” diyebilir miyiz? Ya da bu Almanya, kimilerine göre haketmediği Cezayir maçını kaybetseydi, yarı finaldeki tarihi yazabilir miydi? Hangisini tercih ederdiniz? Bu soruların tartışılmaya değer olduğunu düşünüyoruz.