Eni sonu kralların lanetlediği çingeneleriz işte! Çok yakında bizim gibi işsiz kalacak olan dostlarımızın desteğinden başka bir güvencemiz yok

Cadı avının “sıradan” bir uğrağı: KHK tasfiyeleri

– Üzerinize yağdırdığımız oklarımız güneşi bile söndürecek.
– O zaman biz de karanlıkta savaşırız!

Frank Miller - 300 Spartalı

Yolun başında söyledik; “korkmuyoruz” diye. Dedik “ne yaparsanız yapın barışı savunmaya devam edeceğiz.” Hem de “en okunaklı çehremizle.” O günden beri1 başımıza gelmeyen kalmadı. Yaftalanmalar, hedef gösterilmeler, tehditler, günaşırı linç edilme riskiyle işe gidip gelmeler, sürgünler, soruşturmalar, işten atılmalar, hapse atılmalar ve dahası… Bakın devam ediyor hâlâ. Bakın devam edecek daha… Ve hâlâ korkmuyoruz. “Onlar” gibi “mağdura yatmıyoruz.” Asla saklanmıyoruz. Bakın hâlâ buradayız; egemenlerin ayıp yerini örttüğü o incir yaprağını çekiştiriyoruz.

Devleti okuduğu yatılı İmam-Hatip Lisesi sanan OHAL Komisyonu adlı bir ergen grubu 1 Eylül gecesi yatakhaneden Resmi Gazeteye şöyle yazdı:

“Sevgili günlük;

Sınıf başkanımızın tahtaya isimlerini yazdığı haylazlara öğretmelerin verdiği cezalar yetmedi. Kafalarına defalarca cetvelle vurulan, tek ayakları üstünde saatlerce bekletilen bu haylazlar, bizim de defalarca tepelerine çullanıp ‘altta kalanın canı çıksın’ oyununu oynamamıza rağmen, hâlâ okul takımı maçlarına gelip bizimle birlikte tezahürat etmediler. Karşı takımın oyuncularına küfretmediler. Sınavlarda kopya çekmediler. Sınıf ortalamasını yükseltip bizim salaklığımızı da hep ortaya çıkardılar. Yeter artık! Biz de bu hafta okulumuzdan atılacak olan kavgacı çete ile birlikte, iyisi mi bu haylazları da okuldan atalım dedik. Oh olsun! Bir de; Merve bana hâlâ yüz vermiyor sevgili günlük.”

İşte 1 Eylül 2016 tarihli KHK yaklaşık olarak böyle bir mantığın ürünüdür. Acı ve utandırıcı olan asıl şey; yaklaşık olarak böyle bir mantığın koskoca ülkede meşru görülmesi ve hatta tek geçer akıl yürütme biçimi hâline getirilmiş olmasıdır.

Mührü eline alan küçük adamlar

Bu saçmalık hakkında bilinmesi gereken ilk şey; senelerdir saraya rüştünü ispat çabasındaki aparatların, tek adam tapıncındaki o küçük “adamların”, su akarken küpümü doldurayım diye “partiye” üye olanların, ihbarcıların ve yardakçıların ellerini ovuşturarak bekledikleri fırsatı altın tepside önlerine koymuş olmasıdır. “Ya bizdensin ya terörist” zehrini kamunun kılcal damarlarına kadar yayan, yerliliği muhafazakârlık; hukuku pervasızlık olarak gören, başıbozukluğu salahiyet; edep-adap düzgüsünü ahlak sanan, mührü eline almış o küçük “adamcıklardır” o listeleri hazırlayan… Kelime haznesi dahi ekmeğiyle oynadığı insanları anlamaya yetmeyen, hayâsız insanlardır. İnanın böyledir, bu cümleler bir önyargının değil deney(im)-sonrası bilginin ürünüdür, gerçekten böyledir…

Peki, “onlara göre” kimdir terörle ilişkili olan? Fethullahçılar mı gerçekten? Tabii ki hayır! Başta Kürtlerdir mesela, Alevilerdir, sonra sosyalistlerdir elbette. Dahası eşcinseller, hatta dekolteli kadınlar, hatta torpilsizler, “onların oyununu oynamayanlardır.” Ve dahi “onların” yanlışlarını bir şekilde yüzüne vurmuş olan bazı muhafazakârlar dahi teröristtir. İşte KHK ile atılan 44 imzacı akademisyen bu toplam içerisindeki en “tescilli” grubu ve o listelerdeki hukuksuzluğun en okunaklı kısmını oluşturuyor. Kuşkunuz olmasın; adı sanı bilinmeyen, imzacı yahut Eğitim Sen üyesi dahi olmayan birçok insan da bu saçmalığa dayanarak kamudan ihraç edilmiştir. Kanıt gösteriyorum: Diyar Yılmaz mesela…

Çalıkuşu’nun dramı

Henüz 1991 doğumlu gencecik bir mütercim tercüman olan Diyar, gerekli sınavlardan yeter puanları aldıktan sonra akademisyen olma hayalleriyle üniversitelerde açılan kadro ilanlarını takip etmeye başlar. Anadolu’nun pek çok yerindeki kürsülere bir Çalıkuşu motivasyonuyla yaptığı başvurulardan elbette ki sonuç alamaz. Çünkü cari atamalar büyük ölçüde torpille, tanıdıklarla, parti bağlantılarıyla yapılmaktadır. Yine de pes etmeyen Diyar merkezi atamalardan medet umarak Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı’na yaptığı başvurudan daha önce torpille önünün kesildiği üniversitelerden birine atanır. Birçok kişinin burun kıvırarak gitmediği o taşra üniversitesinde göreve başlamak için geçtiğimiz şubat ayında gidip kayıt yaptırdığı andan itibaren, Çalıkuşu’nun idealleri hayâsız “adamların” kumpaslarıyla alt üst edilir:

İlk başta Diyar’ın cari atamada alınmadığı üniversiteye merkezi atamadan başvurmasını kendilerine hakaret addeden küçük “adamlar”, hemen yıldırma operasyonlarına başlarlar. Diyar’a angarya işler yıkılır, personel kimlik kartı verilmez, Hacettepe Üniversitesi’nde sürdürmekte olduğu lisansüstü eğitimini tamamlaması engellenir. Ne 35. Madde ile görevlendirmesi yapılır, ne de 39. Madde ile ders izini verilir. Amaçları Diyar’ı başarısız kılmak, bu sayede atılmasını sağlamaktır. İşin aslı şudur; Diyar’ın başarısı aynı bölümdeki torpilli asistanın -başvuru yaptığı zaman Diyar’ın önü kesilerek atanmış olanın- yükselişini engelleyecektir. Küçük adamların küçük hesapları ve yardakçıların da yardakçıları vardır; kesin çareyi Diyar’ı kriminalize etmekte bulurlar.

Çok geçmeden Diyar’ın hakkında kamu görevine atanmadan çok zaman önce yapmış olduğu sosyal medya paylaşımlarından dolayı soruşturmalar açılır. Tahir Elçi’nin ölümünün ardından paylaştığı bir görsel, 7 Haziran’ın ardından Sırrı Süreyya Önder’in “başkan olmak istiyormuş” diyerek güldüğü bir fotoğraf ile Kobane’nin IŞİD eline düşmemesi gerektiğine dair paylaştığı ileti kanıt gösterilerek, Diyar’a Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği gerekçesiyle “memuriyete yakışmayan hareket” suçundan “kınama” cezası çıkarılır. Fakat daha evvelden cezası olmadığından yönerge gereği bu ceza bir derece düşürülerek “uyarı” cezasına düşürülür (Memuriyette evvelce cezası olmayanlara çoğunlukla aynı anda iki soruşturma birden açılmasının nedeni budur). Elbette ki bu da yetmez, küçük “adamlar” hedeflerine hâlâ ulaşamamıştır. Diyar’ın sosyal medya hesaplarını eşelemeye, suç isnat edecek bir şeyler aramaya devam ederler. Sonunda iki sene evvel ailesiyle çekilmiş olduğu bir fotoğrafın arkasında bulunan HDP flamasını gerekçe göstererek, Diyar’ın hakkında “siyasi parti lehine eylem yapmak” suçundan bir soruşturma daha açarak “iki sene kademe durdurma” cezası verirler. Böylelikle el üstünde tutulan diğer torpilli asistanın geleceği güvence altına alınmış olur.

Hikâye burada bitti sanırsınız, amaçlarına ulaştılar Diyar’ı rahat bırakacaklar sanırsınız. Bırakmazlar. Diyar’ın bir Kürt olarak işgal ettiği o kadronun bekleyeni vardır. Onu atıp, oraya almak için söz verdikleri tüccar çocukları vardır. İşte 1 Eylül tarihli KHK tam da bu fırsatı o küçük “adamlara” sunmaktadır: Diyar’ın adını YÖK’e bildirdikleri terör listesine yazarlar. Böylelikle Diyar Yılmaz’ın büyük ideallerle başladığı akademik kariyeri, göreve başlama tarihinden yedi ay sonra “kamu görevinden ihraç edilmesiyle” son bulur. Bunun anlamı, Türkiye’deki üniversitelerde bir daha çalışamayacak olmasıdır. Üstelik herhangi bir şekilde örgütlü olmayan Diyar, sol mecradan birileriyle iletişim kurup hikâyesini anlatmasaydı, aynı okuldan atılmış FETÖ’cüler listesinde anılacaktı…

Ve tam da şu günlerde, Anadolu’nun aynı ücra köşesindeki aynı üniversitede kendini Allah sanan bir yönetici makamına çağırdığı -henüz atılmamış olan- solcu, Kürt ve Alevi akademisyenleri sorguya çekiyor: “Zaman Gazetesi’ne üyeliğin var mı? Doğruyu söyle, ailende hiç FETÖ üyesi olan var mı?” Çin işkencesi…

“At izi it izi” müphemliği

15 Temmuz’un ardından ilan edilen OHAL kapsamında çıkarılan KHK’ler yoluyla kamuda yapılan düzenlemelerin bir numaralı meşruiyet referansı elbette ki “darbeci Fehullahçıların tasfiye edilmesi” gereği olarak gösterildi. Bu nedenle aynı düzenlemeler çerçevesinde “solcuların” ve politik tartışmalarla ilgisiz bazı kamu çalışanlarının bile tasfiye edilmiş olması kimi itirazlara, “biz Fethullahçı mıyız” serzenişlerine neden oldu. Özellikle Fethullah ile uzaktan yakından alakası olmayan biz imzacı akademisyenlerin tasfiye edilmesi bu operasyonun “aslında Fethullahçılara yönelik olmadığı” yahut “tasfiye listeleri hazırlanırken Fethullahçılar tarafından hedef saptırıldığı” iddialarını daha da güçlendirdi.

Ancak maalesef “devlet aklı” böyle çalışmıyor. Özellikle üniversitelerde, imzacı akademisyenlerin ve dahi imzacı akademisyenleri bahane ederek tüm solcuların tasfiye edilmesi çabası, başlangıcı 15 Temmuz’dan çok daha önceye uzanan, çok daha uzun soluklu bir projenin içeriğindeydi. Cadı avı çok daha evvel başlamıştı. Erdoğan’ın “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalayan akademisyenlere karşı geliştirdiği obsesyonun dahi esas nedeni, bunu bahane edip -Ergenekon ile mutabakat sağlayarak Kürt düşmanlığı müştereğinde kurduğu- 7 Haziran sonrası hegemonya projesini törpüleyebilecek tüm aydınları yok etmekti. Bu “aydın katli” fermanı zaten “terör örgütleri ile eylem birliği içerisinde olduğu tespit edilen kamu görevlilerinin ilişiğinin kesileceğine” ilişkin 16 Şubat genelgesiyle ilan edilmişti.

Demem o ki, son günlerde CHP’nin tasfiyelere ilişkin itirazlarının ardından o çok tartışılan “at izi it izi” kelamıyla Erdoğan’ın işaret ettiği balans ayarı asla bizi, solcuları içermeyecek. Birbirimizi kandırmayalım; bizi zaten FETÖ ile ilişkilendirerek ihraç etmediler, attığımız imzalardan, yazdığımız yazılardan, derslerdeki sözlerimizden, çalışma konularımızdan, katıldığımız protesto eylemlerinden açtıkları deli saçması soruşturmaları gerekçe göstererek PKK ile ilişkilendirdiler. Yanı sıra sosyalistlerin Fethullahçılar ile aynı “darbeci” mantığı taşımakta olduğuna yönelik propaganda 15 Temmuz’dan beri Yeni Şafak benzeri gazeteler tarafından yapılmaktaydı. Kendi attıkları “terör kokteyli” yalanını bu şekil bir “tasfiye kokteyli” ile devam ettiriyorlar ve devam ettirecekler.

Sabahın bir sahibi var!

Eni sonu kralların lanetlediği çingeneleriz işte! Çok yakında bizim gibi işsiz kalacak olan dostlarımızın desteğinden başka bir güvencemiz yok. Hayatımızın meşru bir tarafı yok. İktidarın ele geçirdiği devlette hiçbir legal dayanağımız, hiçbir hukuki hakkımız yok. Devletin soyut retoriğinin at koşturduğu derekeye indirgenmiş bir gündelik yaşamın içerisinde, esnafın, işçinin, işsizin, “herkesin” terörist olmadığını ispat etmek için Demokrasi Nöbetleri'ne koşturduğu bir gündelik yaşamın içinde, en büyük hatamız meşruiyet arayışıyla geri adım atmak, siperleri olması gerekenden beriye kazmak olur. Bu karanlıktan korkup saklanan sessiz nüfusun “çıkışına” inanmaktan başka, cesaretimizle o nüfusu çağırmaktan başka bir çaremiz yok. Bu yüzden boyun eğeceğimizi, susacağımızı, kaçıp gideceğimizi sananlar aldanırlar.

Varsın egemenler şu an için hakikate vekâlet eden çılgınlıkla dünyayı oyalayadursun; kuşkunuz olmasın, bu “uzun gecenin” şafağında biz varız, özgürlük var!

1. İlgi: https://www.birgun.net/haber-detay/akademik-hainler-rapsodisi-100960.html