Tarih atıp tutmaya gelmez. Lakin bu Celal gibiler alıştılar bol keseden atmaya! Türkiye yakın tarihinin en büyük yüksekten atmalarını izliyoruz televizyonlarda; özellikle son on yıldır! Celal gibiler bunun başını çekiyor.

Senin züppeliğin benim yaşamımı etkiliyor!

Evvela kendinden büyük bir sineğin üzerine pislemesi gerekir bir sineğin büyümek için; Anadolu’da bununla ilgili bir deyiş de vardır keza…  

Sinekler ilginçtirler, çocukken her yerine ip bağlayıp bacaklarını kopararak onları ölene kadar uçturan arkadaşlarımız olurdu, bu denli bir sadistliği anlamazdık. Kızardık. Hâlâ daha kızarız! Fakat sinek de sinekliğini bilmeli be yahu! Bokun üstüne konduktan sonra ekmeğin üstüne gelmemeli; değil mi? 

Mesnevi’de kendini pek görkemli zanneden bir sineğin gafletini yazmıştı Mevlana: Çiftlikteki tezeklerin üstünden kalkan bir sinek rüzgârın tesiriyle kanat bile çırpmadan kazandığı irtifayı “En-el Hakk’ın takdiri” sanadurur biteviye. Pek övünür, pek bir şey sanır kendini. Uçar da uçar, kanat bile çırpmadan. En son bir eşeğin sidiğinin birikintisinin üzerindeki saman çöpüne konar ki o an azıcık yaylandığında kendini en muteber kaptan-ı derya sanmaya başlar, iki sallanırken der ki: “Bak şu rüzgâra, bak şu dalgalara, nasıl da başa çıkıyorum hepsiyle, kuşkusuz; deryaların en muzaffer kaptanı benim!” 

İddiayı baştan verelim: Celal Şengör bir bok sineğidir! Daha fazlası değil, lakin daha azı olabilir… 

Zat-ı muhterem “biliminsanı” kisvesinde sürdürdüğü medya maymunluğu kariyerine yeni bir not daha düştü; Fransız devrimi hakkında! Dedi ki “ayaktakımına iktidarı verirsen işte bugünkü dünya olur”. Ne denli kolay böyle beylik cümleleri kurmak böylesi cahil bir dünyada değil mi? Üstelik tam da cehaleti eleştirirken… 

Yanlış anlaşılmak istemem. Açıkçası Avrupalıları pek sevmem, hatta özel olarak Fransızları (hele ki Parizyen olanlarını) hiç sevmem. Kendilerini insan türünün kültür mihmandarı sanan aptal bir kafaları var. Sanırım iki bin yıl önce Çinliler de öyleydi. Fakat Celal öylesine saçmalıyor ki insanın Fransız yahut Çinli olası geliyor vallahi! Gerçekten… 

Fransız devrimini ayaktakımı yaptı evet! Yani biz! Ki burjuvazi kârlı çıktı ondan da; serfler aristokrasinin üstüne yürüyüp monarşiyi yıkarken ellerini ovuşturarak kendi planlarını yapıyorlardı: “Ekmek bulamayanın ağzına yılanlı pasta girsin!”  

Gelgelelim bu devrimin tetikleyicisi olduğu özgürleşme imgelemi hiçbir zaman burjuvazinin çizdiği çerçeveyle sınırlı kalmadı, çok daha fazlasını, çok daha özgürünü tahayyül etmeye başladı insanlık. Nitekim Sovyet sosyalist devrimi “o çok daha fazlasını” hayata geçirmeye yönelik özel bir teşebbüs olarak teşekkül etti tarihte. Ki onu da “ayaktakımı” yaptı. Ne diyelim, Ernst Bloch’un dediğince 11. Tez felsefenin manivelasıysa tarihin manivelası da biziz, ayaktakımı: “Anamız amele sınıfıdır! Yurdumuz bütün cihandır bizim!” 

İşin aslı; bizi, yani “cahilleri”, “ayaktakımını”, yani emekçileri ikna etmeden yahut baskı altına almadan hiçbir siyasi oluşum varlığını sürdüremez. Sadece devrim yapmak için değil; soykırım yapmak için, savaş çıkarmak için, ırkçı ve ayrımcı politikaları uygulamak için,  LGBTİ+’ı ezmek için, her bir “insanlık dışı” uygulamayı meşru kılabilmek de için iktidarların öncelikle tüm bunları emekçi sınıflara kabul ettirmesi yahut dayatması gerekir. Buna karşın emekçiler mevcut politikalara itiraz etmeye yeltendiğinde barındırdıkları yıkıcı potansiyel son derece kudretli tesirini ansızın gösterebildiğinden sınıflı toplumun asli ideolojik ikilemi ortaya çıkar. Egemenler sürekli olarak “bizi” ikna etmek yahut “pıstırmak” zorundadır, çünkü tehlikeliyiz! Fakat, evet! Kafamız özellikle son yıllarda fazlasıyla karışık; tam da Celal gibi burjuva maşaları nedeniyle hem de! 

Tarih atıp tutmaya gelmez. Lakin bu Celal gibiler alıştılar bol keseden atmaya! Türkiye yakın tarihinin en büyük yüksekten atmalarını izliyoruz televizyonlarda; özellikle son on yıldır! Celal gibiler bunun başını çekiyor. Sorsan Atatürkçü; sorsan cumhuriyetçiler! Fakat tam da bu cihetle iktidarın ekmeğine yağ sürüyorlar: Atatürkçülük, cumhuriyetçilik, laiklik işte böyle maymunlarım temsilinde sunuluyor. Bence bu bir sorun. Üstelik kısa zamanda bertaraf edilmesi gereken bir sorun.  

Lenin bir keresinde “Fare kediden büyük canavar tanımaz” demişti. “Bizim” yani “ayaktakımının” temel sorunu aslında bu. Burjuvanın çatallı dilinden dökülen namelere pek kolay aldanıyoruz. Sanırım son iki yüz yıldır filan… Fakat tüm emekçiler yahut “cahiller” olarak bildiğimiz bir şey var: “Pek çok şey oda sıcaklığında hissedilmez!” Onlar bizi anlamazlar! Bu nedenle “Osmanoğlu” olmaya öykünen “Celallerin” kurduğu steril bağlam sanıldığı gibi “elitizm” filan da değil, bildiğiniz aymazlık! İşin kötüsü okumayı unutturulmuş yeni nesle konuşup çoluğu çocuğu yalanlarıyla zehirliyorlar. İşte tam da bu yüzden: Onların züppeliği bizim yaşamımızı etkiliyor!