Sabri Sarıoğlu meselesi ülkede her yıl bir şekilde hortlayan “camia evladı” tartışmalarını yine gündeme getirdi

Sabri Sarıoğlu meselesi ülkede her yıl bir şekilde hortlayan “camia evladı” tartışmalarını yine gündeme getirdi. 15 yaşından beri Galatasaray forması giyen, kaptanlık görevini de üstlenmiş oyuncunun ilk etap kampına alınmaması ve Prandelli’nin de açıklamaları ile bu durumun devam edeceğinin sinyalini vermesi üzerine, yeri gelmişken fikrimizi belirtelim.

Dünya futbolunda altyapısından çıktığı ya da çok genç yaşta katıldığı kulüpte tüm profesyonel kariyerini sürdüren ve “tek kulübün adamı” olan futbolcular var. Totti, Giggs, Tissier, Bode, Guerrero gibi. Bu futbolcuları uzun yıllar boyunca kulüplerinde tutan şey, değişen kulüp yönetimlerinin futbolculara duyduğu kayıtsız şartsız saygı ve sevgi değil, aynı zamanda onların performans olarak kendilerine olan güveni de boşa çıkarmaması.

Sabri Sarıoğlu’nun, Galatasaray’daki futbol kariyerinin başlangıcı ile bugün geldiği yerdeki oyun zekâsına, yeteneklerine baktığımızda büyük bir aşama kaydettiğini göremiyoruz. Sabri’nin ilginç bir zaafı da var. Çok iyi oynadığı maçları veya 2-3 maç boyunca yüksek formunu sürdürdüğü dönemleri dahi bir anda unutturacak performans düşüklükleri yaşayabiliyor. 15 yılını kulübe vermiş bir futbolcunun kendisini kabul ettirmesini, saha içinde bir karizmaya sahip olmasını bekliyorsunuz, ama işler kötü gittiğinde düzenli olarak günah keçisini oynamak hep ona kaldı geçmişte. Evet, bunda ona haksızlık yapan, iyi işlerini görmeyip her fırsatta onun paslarını, ortalarını alay konusu yapan maksatlı bir grubun payı da var, bununla beraber Sabri de yıllar boyu, bu güruhun işlerini kolaylaştırmakta oldukça yetenekliydi. Üstelik gerilimi yüksek, stres yaşamaya elverişli her maçta kendi camiasını utandıracak hadiselerde başrolü oynaması da bugün bulunduğu yere gelmesine sebep oldu. Yani Galatasaray’ın ona olan borcu, onun Galatasaray’a olan borcundan daha azdır diye düşünüyorum. Sabri’nin durumu, ligimizde “abi”, “bayrak adam”, “camianın evladı”, “içimizden biri” rollerini oynayan, ama saha içi performansta sınıfta kalan birçok futbolcunun özeti adeta. Ve maalesef bugünün futbolunda, kendisiyle dalga geçebilmek, iyi bir insan olmak, yeşil çimlerde ne ortaya koyduğunuza katkı yapmıyor.

ZİRAAT ANGARYA KUPASI
Uçan Hollandalı köşesinde 4 yıldır yazıyorsam, Türkiye Kupası’nın formatı hakkında her yıl 1 yazı yazıyorumdur mutlaka. Ama federasyonlarımız, kupa mücadelesinin formatını her geçen yıl değiştirmeye ve eskisinden daha gülünç, kulüpler için daha ağır bir külfet haline getirmeye çok istekli. Yeni statütümüz sözüm ona “Şampiyonlar Ligi” formatı. Süper Ligi ilk 5 sırada bitiren takımların doğrudan katılacağı, geride kalanların ön elemelerden geleceği grup aşamasında toplam 32 takım 4’erli 8 gruba bölünecek. Deplasmanlı grup mücadeleleri sonucunda ilk 2 sırayı alan takımlar birbiriyle çapraz eşleşecek. 2. tur eşleşmesi tek maç, çeyrek finalden itibaren, finale kadar olan maçlar ise 2 maç üzerinden. Yani, geçen sezon ligi 6. sırada bitiren Kasımpaşa, kupayı almak istiyorsa tam 13 maç oynayacak. Geçen sezon İngiltere’de Arsenal, Almanya’da Bayern, Fransa’da Guingamp aynı şekilde 6 maç oynayarak kupaya uzandılar. Federasyon kupasının esprisi budur, uzun lig maratonunda başarıyı yakalamayan ya da bunu hiç hedeflemeyen takımlar, kısa yoldan müzelerine bir kupa koymak ve Avrupa bileti almak için bu alternatifi kullanırlar. Demirören yönetimi ise sırf yayıncı kuruluşun gönlünü hoş etmek ve üst turlarda 3 büyükleri görmek adına, ülkenin en prestijli 2. turnuvasını bir sirke dönüştürdü. Gelecek sene için bir tavsiyem var kendilerine. Dünya Kupası formatına geçelim, sona kalan 32 takım Türkiye’nin bir şehrinde toplansın, 30 gün sürecek bir mücadeleye girsinler, ortamlarda Ziraat Türkiye Kupası dersiniz kim bilecek....