Jose Mourinho’nun en sevdiği alışkanlığıdır; Şampiyonlar Ligi’ni kazadığı takımı, “artık yapabileceğim başka bir şey kalmadı” diyerek bırakmak. Portekizli, Porto ve Inter’de benzer tarifeyi uyguladı. Chelsea’de de aynısını yapmak istiyordu ama Abramovich’in sabırsızlığı buna izin vermedi. Şimdi Real Madrid’le aynı şeyi başarmak istiyor. Dört gün içinde çıkacağı iki maç, El Clasico ve Şampiyonlar Ligi yarı final rövanş karşılaşması bu açıdan, buraya kadar getirdiği sezonun kaderini belirleyecek maçlar olacak. Biz daha çok ilkiyle ilgileniyoruz.

Cumartesiyi pazara bağlayan gecenin ilk dakikalarında La Liga’nın kaderi belirlenmiş olacak. Beyaz Şimşekler uzun süre sonra ilk kez Camp Nou’ya kazanmak zorunda olmadan gidiyorlar. Daha doğrusu maçın başladığı gibi bitmesinin onlar için galibiyet kadar değerli sayılabileceği bir maça. 7 Mayıs 2008’de Bernabeu’da 4-1 kazandığı lig maçından bu yana oynanan 15 maçın sadece 1’ini kazanabildi Real madrid ve bu da 90 dakika sonunda değil, geçtiğimiz sezon Kral Kupası finalinde uzatmaya giden maç sonrasındaydı. Bu sefer Mourinho için kazanmak şart değil, zira beraberlik halinde ligin son 4 haftasına girerken 4 puanlık farkı korumuş olacak. Barcelona ise iddiasını sürdürebilmesi için uzun süre sonra kayıtsız şartsız kazanmak zorunda. Son 15 maçlık tablo başka bir şeyi söyleyebilir ama futbol takımlarının hangi felsefe ile sahaya çıktıkları tarihi bir anda değiştirebilir.

DÜŞEN PERFORMANSLAR
Hafta içinde Münih deplasmanında çok iyi sinyaller vermedi Mourinho’nun takımı. Aslında bu sezon Devler Ligi’nde oynadığı takımlar çok üst düzey takımlar değillerdi. Ajax, Dinamo Zagreb, Olympique Lyon, CSKA Moskova ve APOEL. Hatta Barcelona’yı bir kenara ayırırsak başkent ekibi ilk kez bu derece ciddi bir takımın karşısına çıktı bu sezon ve oldukça silik göründüler. Bunda tabii Mourinho’nun 7 günde oynayacağı 3 maçı ayakları yere basarak geçme planının da etkisi büyüktü. Ligde 107 gol atan ekibin hücum anlamında oldukça etkisizliği, bu 107 golün 80’ine (!) imza atan Ronaldo-Higuain-Benzema üçlüsünün de silik oyunu eklendiğinde Bayern, ikinci yarıdaki telaşlı hücum organizasyonlarına rağmen onları mağlup etmeyi başardı. Doğrusunu söylemek gerekirse El Clasico’nun 2 tarafı da sezon başı ve ortasındaki form durumlarından biraz daha aşağıdalar. Tabii bunu en yakın rakiplerine 29 ve 33 puan fark yapmış takımlar için söylemek ilginç gelebilir ama İspanya Ligi’nin oligark bir yapıya dönüşmesi bu 2 takımın performanslarının değişiminde yanıltıcı olabilir.

Elbette gözler yine sezonun 2 flaş adamında olacak. Ronaldo 33, Messi 32 maçta olmak üzere 41’er gol attılar. İspanya futbol tarihinde 1 sezonda onlardan fazla gol atan oyuncu yok. Bu sezon kim gol krallığı yarışını önde bitirirse o rekorun sahibi olacak. Bu 2 oyuncu o kadar fazla birbirini körükledi ki, geride kalan 33 haftada gol sayıları arasındaki fark en fazla 4’e çıktı ve bu da sadece 1 hafta sürdü. Messi ile ilgili bir not daha vermek lazım. Bu sezon oynadığı toplam 52 resmi maçta 60 gol attı (dün akşamki maç dikkate alınmamıştır). 1972-73 sezonunda tüm maçlarda 67 gol atan Gerd Müller’den beri 60 barajını geçen ilk oyuncu oldu ve sezon sonuna kadar minimum 8 maç daha oynayacağı göz önüne alınırsa bir rekoru daha tarihe gömecek.

Elbette Barcelona maçın favorisi. Hatta genel görüş puan farkının 4 değil 1 olduğu yönüne gidecek kadar keskin. Bu iki takım büyük ihtimalle Şampiyonlar Ligi finalinde de karşı karşıya gelecekler ve sezonu müthiş bir mücadele ile kapatacağız. Barcelona’nın şampiyonluk kadar, bu maçı kazanıp mutlu sona ulaşamasa bile halen İspanya’nın gerçek kralının kim olduğunu gösterme gibi bir amacı da var. Öte yandan Mourinho, Barcelona’yı mağlup edemeden kazanacağı bir şampiyonlukta da istediği gösterisini yapamayacaktır. Merakla bekliyoruz.

Bizim memlekette ırkçılık olmaz
Ne zaman olur artık merak etmeye başladım. İki gün üstüste, iki siyahi futbolcuya karşı küfürler, maymun sesleri ve sahaya atlamalar. Televizyonlarda yorumculardan (ya da müsveddelerinden), sosyal platformlardan aynı ırkçı tavırlar. Bizim memlekette de pekala ırkçılar olduğunu kabul etmek için illa birisinin kafasına beyaz kukuleta geçirip birilerinin bahçesinde haç yakması gerekmiyor. FIFA, UEFA, TFF şu bu... Herhangi bir organizasyonun öncülüğüne gerek yok, madem böyle bir kavramın bizim coğrafyada olmadığını iddia ediyoruz, yeşermeden hasta dalı keseceğiz. Zira şanslıyız ki bu işin geçmişi en fazla 10 sene önceye dayanıyor. Ama yavaş yavaş sayısı artan bu hadiseler için “sahada olan sahada kalır, özür dilenmişse tartışmaya gerek yok” demek bizi bir gün sahalarda çözmenin mümkün olmadığı bir noktaya getirebilir.