Siyasi partiler topluma bir gelecek vaadi önermekten bir hayat tarzı pazarlamaya geçeli çok oldu. Bu değişim seksenlerde başlamış olsa da paradoks bir şekilde gelecek vaadi siyasetini devam ettiren galiba sadece AKP oldu.

Hayat tarzı pazarlamasından kastım ihtiyaca özel ürün geliştirme stratejisi... Türkiye için ilk örneği Turgut Özal’ın ANAP’ıydı. Ne demişti Özal; “Biz dört eğilimi birleştiriyoruz ve hepsinin taleplerini dikkate alıyoruz…” Özcesi topluma baktığını ve her bireyin ihtiyacını belirleyip olabildiğince yerine getireceğini vaat ediyordu. Böylece bir gelecek tahayyülünün yerine bir tüketim alışkanlığı yerleşiyordu. Özal’ın siyaset tarzının görünür yüzü “çerçi” siyasetiydi.

Çerçi, aracına doldurabileceği ne varsa yükleyip köy köy dolaşan satıcı. Don lastiği, toz şeker, kumaş, gazyağı ve tuz, köylünün ihtiyacı olan daha ne varsa bir arada satar. Bir tür mobil market ama temel bir farkı var. Günümüz süpermarketleri sadece ihtiyaç satmazlar, tasarım, raf düzeni, indirim, kampanya vs. ile ihtiyaç da yaratırlar. Peynir almaya girip, kampanyada olduğunu görünce saklama kabı da satın alınsın diye düzenlenmişlerdir. Çerçi ise taşıma kapasitesi ve satılmazsa zarar etme riski nedeniyle hiçbir zaman ihtiyaç olmayan bir ürünü satmaya çalışmaz.

∗∗

AKP, kendisini hazırlayan 12 Eylül Darbesi’nin oluşturduğu toplumsal krizin derinleştiği zamanda bir “kimlik” vaadi pazarlayarak ortaya çıktı. İlkin, “Ben değiştim” dedi. Milli Görüş gömleğini çıkardık! Aynı anda “eskiden çok güçlüydük, gelecekte de çok güçlü olacağız” hayalini işledi. Bir tür, bugüne kadar yanlış yönetildik, biz de o yanlışın parçasıydık, şimdi önce biz değişiyoruz, bize destek olursanız Türkiye’yi (sizi) de değiştirebiliriz! En gerici ideolojinin en değişimci gibi görünebilmesinin altında bu yanılsama yaratıcı inşa vardı.

Altını çizmek şart, toplumsal değişim dinamikleri hiçbir zaman indirgemeci yöntemle açıklanmaya çalışılmamalı. Çok sayıda değişkenin birbiri ile etkileşiminin sadece bir boyutundan söz ediyorum ben.

∗∗

RTE-AKP başından bu yana bugüne ve bugünün ihtiyaçlarına değil, geleceğe ve geleceğin bolluk ve güç hayaline yatırım yaptı. İşte bak uzaya da çıktık! Uzaya çıkan Türk “olayında” toplumun büyük çoğunluğu ne bir özel havacılık şirketinden bilet alınmış olması ne de uçuşta gerçekten yararlı bilimsel deneyler yapılmasıyla ilgili değil. Sıradan insan için bu uzaya çıkış, yarınki yıldızlararası “Müslüman Türk” imparatorluğunun kanıtı.

Böylece “bugünü unutturup, olası geleceği yutturdu”. Geleceğin bir türlü gelememesini de hain tuzaklara bağladı.

∗∗

RTE-AKP dışındaki özellikle kitlesel muhalif siyasi partiler ise, tıpkı çerçinin “gideceğim köydekiler gazyağı isterler ama diğer köydeki de tuz ister” demesi gibi toplumun ihtiyaçlarına seslenmeye çalıştılar. Bizim toplumun yüzde 70’i muhafazakâr, aman Müslüman mahallesinde salyangoz satmayalım, siyasal stratejisiydi bu. Toplumsal hassasiyetlere aman dokunmayalım, aman aman sinir uçlarına dikkat edelim derken, topluma bir gelecek vaadi vermek bir yana, bende de senin elindekilerden başka bir şey yok, sen ne istiyorsan sana onu veririm demeye getirdiler. Sağcıya milliyetçilik, dindara din vaadi bir gelecek değil bir yetinme siyasetiydi. Diğer taraf ise hem dindar hem milliyetçi ama aynı zamanda da gelecek vaat eden RTE imgesiydi. Bu iki özelliğe hiç uymayan ne varsa yapabilmesini de vaat ettiği gelecek adına diye pazarlıyordu, hala da öyle. Bu yüzden bir dönem Kürt açılımı ve hemen ardından Kürt kırımına, kardeşim Esat’tan diktatör Esed’e ya da Rabia’dan sevgililer günü buluşmasına geçebiliyor. Çünkü her şey gelecek için!

Muhalefet partileri topluma nasıl bir Türkiye’de yaşamayı vaat ettiğini ve eğer Türkiye ancak öyle olursa bolluk, barış ve huzur olabileceğini anlatabilmek için çerçi zihniyetini geride bırakmalı. Ama tabii yöneticileri çerçi ise işimiz biraz zor…