Saray yaptılar Ankara’da Atatürk Orman Çifliği’nin içinde. İsmi ak, kendisi kaçak bir saray. 1000 odası varmış sarayın, öyle yazdılar çizdiler. Hepsi muhakak lüks odadır. Saray odası sonuçta.

Tanıtım videosuna denk geldim geçen. O ne görkem, o ne ihtişam. Bir sağdan gösteriyorlar, bir soldan. Koca bir avlusu var sarayın. Fotoğraflarda ağaç falan görmek zor. Belli ki sarayda her şeye yer var ağaca yeşile yer yok. Taksim yayalaştırma projesi sonrası meydanın hali gibi hali.

Zaten AKP’nin medeniyet diye anladığı asfalt, beton. Toprağın üzeri özenle kapatılmalı. Ağaçlar dekor amaçlı olarak, yolların akışına ve arabaların park edecekleri alanlara mani olmayacak şekilde uygun yerlere yerleştirilmeli. Toprak da neymiş. Yağmur yağar ayakkabılar çamur olur falan. Medeniyetimizden bir kopça eksilir sonra. Ağaçların altında, toprağın üzerine örtü serip oturmaya kalkan çiftler olur, bir de çalı çırpı varsa, kimse görmez falan, sonuçta muhafazakâr bir toplumuz hoş görülemez bu tip şeyler. Hem ağaçlar, çalı çırpı görüş açımızı kapayan şeyler. Her şeyin ortada olsun ki kontrol edilebilsin. Ayrıca bu ağaçların ticari değeri falan yok oldukları yerde. Ama boş bir alan öyle mi? Para basıyor üzerine asfalt dökülen toprak. Büyükşehirde saati 5 TL’den açılıyor bir araçlık yerin.

Neyse bu ismi ak olan sarayın maliyeti 1 milyar 370 milyon olarak açıklandı Maliye Bakanı Şimşek tarafından. Bir de 185 milyonluk uçak almışlar Cumhurbaşkanımıza. Bütçesi de 2 katına çıkmış Cumhurbaşkanlığı’nın.

Hangi millet “devlet başkanı” için bu kadar fedakarlığa katlanır? İnsan sormak istiyor bu nasıl bir sevdadır.

Bir saray, 1,5 milyon asgari ücret. Bir uçak 200 bin asgari ücret. 1 milyon 700 bin kişi karnını doyurur bu parayla. 100 bini aşkın kişi geçimini sağlar iyi kötü. Ama birilerimizin yaşamı daha değerli öyle değil mi? Bu sistem paranın ve gücün geniş halk kitlelerinin üzerine basarak yükseldiği bir sistem. Oyunun kuralı bu. Kabul etmezsen eğer tepene binerler.

Attilla İlhan, “ne vakit bir yaşamak düşünsem” der, “Ben Sana Mecburum” şiirinde, “bu kurtlar sofrasında belki zor / Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden”. Bu sistem insanları kendine benzetiyor giderek. Şekilsiz, onursuz, ayıplı insanlar olmaya zorluyor herkesi.

Açlıkla ve yoksullukla terbiye edilmeye çalışılıyor insanlar. Ve ölüm kapımızı çalıyor her an.

İşçi Sağlığı İş Güvenliği Meclisi verilerine göre 10 ayda 1600 işçi yaşamını yitirdi. 1600 işçi yaşamını sürdürmek, geçimini sağlamak için emek gücünü yok pahasına satarken ölümün soğuk kollarına terk edildi. Günde 3 işçi ölüyor derken, sayıs artık 5’e çıktı.

ENFLASYON FARKI 
Biliyorsunuz 2015 yılı hükümet Programı açıklandı. Asgari ücretin 2015 yılı Ocak ve Temmuz aylarında yüzde 3 oranında, Devredilen SSK ve Devredilen Bağ-Kur emekli aylıklarının ise önceki altı aylık enflasyon tahminine göre Ocak ve Temmuz aylarında sırasıyla yüzde 3,45 ve yüzde 3,63 oranında artırılması öngörülmüş. Kamu emekçisi ve memur emekli aylıklarının 2015 yılının Ocak ayında yüzde 3 ve oluşacağı tahmin edilen yüzde 0,63’lük enflasyon farkı nedeniyle Temmuz ayında yüzde 3,63 oranında artırılması öngörülmüş. 2015 yılında genel enflasyon beklentisi yüzde 6,3, gıda enflasyonu beklentisi yüzde 9. Mutfakta alım gücü kaybı şimdiden ilan edilmiş durumda. Asgari ücretli için ise kayıp öngörüye rağmen dikkate alınmamış. Hedef tutmazsa herkes için yoksulluk biraz daha artacak.

Geçen gün Cumhurbaşkanı bir kafede sigara içen gençlere karıştı sokakta yürüken. Hem de durduk yere. Ben sigara içen insan değilim. Ama bu olay aklıma Cemal Süreya’nın dizelerini getirdi. Bu yazı da denizde isyan ateşi gibi yanan cigarayla bitsin.

“Biz eskiden de en aşağı böyleydik senlen/Bir bulut geçiyorsa onu görürdük/Bir minarenin keyfine diyecek yoksa onu/Bir adam boyuna yoksulluk ediyorsa onu/Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına/Bir cıgara atmışsak denize/Sabaha kadar yandı durdu.”