Dün ilk defa deniz gördüğü söylenen yirmi bir yaşındaki bir gencin geçirdiği boğulma tehlikesinin görüntüleri sosyal medyaya düştü. Ve biz üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye’nin denizi hiç görmeden doğup ölen vatandaşları olduğunu bir kere daha hatırladık. Sahillerden paylaşılan fotolarla süslü profillerin arasında, yine her yaz olduğu gibi tatil yörelerindeki akıl almaz hesap tutarlarının fotoğrafları da yer aldı. Aynı anda BirGün Gazetesi muhabiri İsmail Arı ise Çağlayan Adliyesi’nde yargılanıyordu; “Deniz Manzaralı Araziyi Varank’ın kuzeni kaptı” haberi nedeniyle “kamu görevlisine hakaret” suçlamasından…

***

Sınıflı toplumdaki eşitsizlikler mekânsal ayrımlarda çok net kendini gösterir. Mesela farklı sınıfsal konumlardaki insanların büyük kentlerde birbiriyle hiç karşılaşmadan yaşadıkları bir sır değildir. Uzam üzerinde hakimiyet kuran zümrelerin kendi steril alanlarında geçirdikleri hayatları, özel ulaşım olanaklarının gelişkinliği, güvenli tüketim alanları ve sahip oldukları hizmetler ise günaşırı tıklım tıklım minibüslerde yol tepen, kentin bin bir gailesiyle yüzleşen emekçiler tarafından yeniden ve yeniden inşa edilir. Çoğunlukla yükselme ideolojisinin hikmetiyle bu mekânsal eşitsizlikler “normal” kabul edilerek ahali tarafından içselleştirilse de kapitalizmin çelişkilerini her dönem yansıttığı “ortak alanların kullanımına” dair gerilimler ise asla son bulmaz. Haliyle sermaye ve devlet erkânının yaptığı “çitlemeler” her zaman direniş ya da tehditle karşılanmasa bile önünde sonunda dikkat çeker.  

E. P. Thompson “çitleme” sözcüğünü, (yaklaşık olarak) -belirli hukuki, göreneksel ve mekânsal düzenlemelerle- “ortak alanların kullanımının” proletarya için sınırlandırılması anlamında kullanır. Kavramın basit karşılığı olarak duvar örmek, çit çekmek ve hatta mayın döşemeye kadar varan mekân düzenlemeleriyle ahalinin belirli alanlardan uzaklaştırılması anlaşılabilir. Çitlemelerin ve çitlemelere karşı direnişlerin kapitalizmin ilk yıllarından bu yana sınıf mücadelesinin somut bir göstergesini sunduğu iddia etmek mümkündür. Örneğin evvelce yalnızca elitlerin tasarrufuna açık olan parklar ve dinlenme yerleri, ahali işgalleri ile gerçekleştirilen sert direnişler sayesinde ortaklaştırılmıştır. Bu yüzden “eğer sıradan insanlar haklarını savunmasalardı” diye yazmıştı Thompson, “bugün büyük kentlerde tek bir yeşil alan dahi olmazdı”.

***

Türkiye’de çitlemelerin en kesif örneklerini sahillerde görürüz. Hatta en güzel koyların güvenlik gerekçesiyle askeriye tarafından kapılması yıllardır alay konusu olur. Ancak işin ilginci, aynı şey sermayenin beş yıldızlı oteller inşa edip ahaliden tecrit ettiği alanlar için pek söylenmez. “Bir gün parası olduğunda o otelde kendisinin de kalabileceği” hayali dahi pek çok kişiyi ikna eder. Haliyle çitlemelere karşı tepkilerle özellikle kocaman parselleri kapatan büyük sermaye pek muhatap olmaz. Yalnız daha küçük ölçekli işletmeler daha çok orta sınıfın tercih ettiği alanlarda çoğunlukla örgütsüz tepkilerle karşılaşır. Onlar da “giriş ücreti” yerine “şezlong kirası” vesaire diyerekten küpünü doldurmaya devam eder. Fakat Anayasa’ya göre hâlâ sahiller halklın. Kıyı Kanunu’nun 4. ve 5. maddelerinde açıkça belirtiliyor. Bu yüzden deniz kenarlarına çöreklenen işletmelerin ortak kullanım alanlarından rant elde etmesi bile aslında bir suç. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ise bunu engellemek şöyle dursun, bilfiil kendisi bir rant dağıtım mekanizması gibi çalışıyor. Pek çok sahilin son yıllarda ihalesiz şekilde MUÇEV adlı şirkete verilmesi bunun bir örneği. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yapmış olduğu düzenlemelerle kıyı şeridinin yalnızca halkın kullanımına ayrılan kısımlarını sürekli daraltması da bunu takip ediyor. Dahası işin ekolojik boyutu, yapılan doğa katliamı, sit alanlarının dahi satılmaya başlaması, talanın yol açtığı afetler ise çok daha uzun soluklu bir tartışma gerektiriyor.

***

David Harvey bir makalesinde “işçi sınıfı hareketi, burjuvanın uzam üretme, uzam üzerinde hâkimiyet kurma, yeni bir üretim ve toplumsal ilişkiler coğrafyası yaratma gücüne karşılık vermeyi öğrenemezse, güçlü yerine zayıf konumda oynamaya devam etmek zorunda kalacaktır” diye yazmıştı. Bugün kıyı şeridinden kentlerdeki ortak alanlara, doğal ya da kültürel mirasların bulunduğu sit alanlarından toplanma alanlarına kadar uzanan sermaye taarruzunu örgütlü bir şekilde durduramazsak gelecekte bazı yerlerde sokakta yürümek bile ücrete tabi olursa şaşmayın.