Ağustos ayının ilk haftasında sosyal medyada yine saçma sapan bir safsatalar dizisi boy gösterdi. Aptal siyasalarıyla Osmanlı’yı çöküşe sürükleyen, Sarıkamış’ta ölüme terk ettiği müfrezesini arkasında bırakıp tabanları yağlayan, Ermeni soykırımının baş mimarlarından olan, hatta ulusal kurutuluş savaşı sırasında dahi kendi hırsları uğruna Mustafa Kemal’e karşı kargaşa çıkarmaya yeltenen Alman uşağı Enver Paşa’nın ölüm yıldönümü olması nedeniyle faşist troller 4 Ağustos günü dezenformasyon üretmek konusunda neredeyse birbirleriyle yarıştılar. Sahte kahramanlarını cilalarken öylesine divane iddialarda bulundular ki Enver’in içerisinde telef olduğu hayal fersahlarını bile geride bıraktılar: Mustafa Kemal ile Enver’i kıyaslayıp örtülü cumhuriyet düşmanlığı yapanlardan tutun da, Mustafa Kemal’in kurtuluş savaşı boyunca Enver’in hizmetinde olduğunu, hatta sonradan onu sattığını iddia edenlere kadar her türlü nane vardı iletilerde.

Peki öve öve bitiremedikleri Enver Paşa gerçekte kimdi? Doğru evliliği yaparak saraya damat olan, bu sayede kısa sürede harbiye nazırı olup memleket üzerinde ciddi bir tasarruf sahibi haline gelen, o andan itibaren giriştiği her işi batıran, koca koca cümlelerinin, beylik laflarının birini dahi tecrübeye çeviremeyen, yine de yüksekten atmalarıyla sahte karizmasına kimi safdilleri inandırmayı başarabilen benmerkezci bir hayal tacirinden başkası değildi. Gelgelelim yüz yıllık siyasi hatıratımızda başta Turancılar, daha sonra da onların ardılları olan ülkücüler tarafından şişirildi durdu. Hakkından çok gündeme getirildi, hiç hak etmediği halde takdir edildi. Bizim nezdimizde ise Enver’in sabun köpüğü kariyerinin özeti tek cümledir: “Alman emreder, Enver yapar –da diyemeyiz, yapmaya çalışır ama onu da beceremez.”

Onunla ilgili olarak tutarlı olan tek şey, Enver Paşa hakkındaki abartının bugün olduğu kadar yaşadığı dönemde de kurmacalara dayanıyor olduğuydu. Öyle ki kurtuluş savaşı sırasında emrinde Müslüman kuvvetlerden oluşan bir orduyla (böyle bir ordu hiçbir zaman olmadı) Anadolu’ya geleceğine Ankara’daki kimi eski ittihatçıları inandırmıştı, bu şekilde Mustafa Kemal’in yerini almayı planlıyordu. Hatta İngilizler dahi ona dair söylenceleri duymuş, kimi İtilaf kurmayları Enver’e sadrazamlık teklif ederek Ankara hükümetinde fitne yaratmayı dahi düşünmüştü. Aslında Enver ile ilgili o vakitler hâsıl olan bu söylencesel vaziyete dair en iyi betimlemelerden biri kuşkusuz Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı romanında yer alır. Bir Sarıkamış gazisi, arkadaşını kurşuna dizdiren bir kaputlu komutana ah edip dururken, onu buz gibi soğukta yalnız ceketiyle çıkıp saldırı emri veren Enver Paşa’ya şikâyet edeceğini söyler. “Kaçtı diyorlar, yalan! Kaçmaz bizim başbuğumuz, Turan’a çıkan geçidin başında bekliyor bizi…” diye devam ederken olayın perde arkasını bilen Cemil dayanamayıp araya girer: “Ortada tek bir komutan olduğunu söyle şuna Cehennem… Kaputlu da bizim sidikli Enver’di, kaputsuz da…”

Bir dönem TRT’de Halit Refiğ tarafından diziye uyarlanır Kemal Tahir’in bu romanı. Ama durur mu faşistler? 12 Eylül Darbesi olur olmaz ilk iş TRT arşivine gidilip orijinal kayıtları yakılır. Kenan Evren’in emriyle Turgut Özakman yapar bu işi. Daha sonradan onun da yapım kadrosunda olduğu Kurtuluş dizisine alakalı alakasız Enver sekansları eklenmesi rastlantı değildir yani. Nitekim kendi tarih yazımını pazarlamakta da ustadır.

Nihayet, işte bu “Enver” gibilerdir Turancıların ve daha sonraki faşistlerin idolleri. (Hoş Murat Bardakçı derin bir inceleme sonucu Enver Paşa’nın Turancıdan ziyade İslamcı olduğu sonucuna varsa da o Turancılar ve milliyetçiler tarafından benimsenmiştir.) Daha sonra ise Nihal Atsız gibi Nazi hayranları türeyecektir. Hatta İkinci Dünya Savaşı yıllarında izlenen denge politikası nedeniyle bunlar göreli olarak çok ciddi propaganda imkânına da kavuşurlar. Savaşın sonunda ise galip çıkan Batılı emperyalist entegrasyona “Hitlerci değiliz” mesajı vermek için görülen Türkçülük-Turancılık Davası’yla göstermelik bir yargılamadan beraat ederler. O dönemden beri bu dava ardılları olan MHP’liler tarafından da sürekli göze sokulan bir ajitasyon referansı olagelir. Örneğin birkaç yıl evvel Bahçeli şunları söyler: “3 Mayıs 1944 olayları vesilesiyle tutuklanan 24 dava insanımız sırf düşüncelerinden, sadece Türklük ve Türkçülük ülkülerinden dolayı nice iftira ve isnatlara maruz kalsalar da, hepsi şimdilerde minnetle, hürmetle, hayranlıkla anılmaktadır. Onlara her türlü zulmü reva görenler ise maşeri vicdanda çoktan yargılanıp suçlu bulunmuşlardır.” Oysaki sırf düşünceleri nedeniyle birçok sosyaliste reva görülenler ajite edilemez, mesela Türkçülük Turancılık davasının hemen ardından onun intikamı olarak girişilen DTCF tasfiyesi ya da pek çok yazarın, misal Kemal Tahir’in on iki yıl hapis yatması, vesaire… Ezcümle Turancı ve milliyetçiler ne kadar civanmert nidalar atsalar da hep bir dış güce hayran, bir dış gücün işbirlikçisi, en az maşası olagelmişlerdir. Zira daha sonra Alman uşaklığından ABD uşaklığına terfi edecek, kahramanlarını da NATO beslemesi Abdullah Çatlı gibi kontra gerillalardan seçeceklerdir.

Dahası milletin özü, hakikisi, “yerlisi” olduğunu söyleyip duran Turancılık ve milliyetçilik akımlarının bile kökü dışarıdadır. Bilhassa Turancılık, milliyetçilik gibi basitçe ithal bile değildir; tam anlamıyla bir aşağılık kompleksi sonucu ortaya çıkar. Pan-Slavizmin Balkan Harbi’nin kaybedilmesinde etkili olduğunu gören kimi aklı evveller, Asya steplerindeki Türkîler üzerinde aynı etkiyi yaratabileceklerini düşünerek Pan-Türkizm olarak kurgularlar bunu. Neleri varsa çalıntı, neleri varsa taklittir. “Turan” esasta İran’da yer alan bir bölgenin adı olsa da onun Alp Er Tunga’nın doğum yeri olduğunu söylerler. Kendi ideolojilerine saptırmak için içine ettikleri Türk mitolojisini kullanma fikirleri bile Ömer Seyfettin’in New-Yunanîlik akımına yönelik eleştirisiyle akıllarına düşer. Ergenekon, Kopuz, Bozkurt, Kara İnci, Gök-Börü gibi mitolojik isimler koydukları yayınlarında birbiriyle çelişik bir ton argüman yer alır. Göçebe asabiyesinin hayatta kalma mottosu olan “kızıl elmanın” dahi [“qızıl alma” / altın alma, yerleşikten pay alma] ne olduğunu bilmez, ona irredentalist bir anlam biçerler. Tek tutarlı atıfları Ergenekon olduğundan tekerleme gibi onu söyleyip dururlar. Zira gerçekten de “bozkurt rehberliğinde esaretten çıkarak yayılmak” teması, Turancılığın özeti gibidir. Çünkü bu soyutlama Asya’da Rus/Sovyet yönetimi altında “esir edilmiş soydaşların kurtuluşu” savıyla bir gaye olarak sunulur. Haliyle İkinci Dünya Savaşı sürerken anti-Sovyet olan Nazi hayranlığının, Soğuk Savaş döneminde ise anti-komünist işgüzarlığın ve ABD işbirlikçiliğinin gerekçesi bu sözde civanmert idea olagelmiştir. Fakat onlar yaptıkları emperyalist uşaklığını vatanseverlik olarak gösteren Türk sağının yalnızca bir kısmını oluşturur. Diğerlerini bu yazı dizisinde tartışmaya devam edeceğiz.