Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçları açısından en merak uyandıran bölgelerden biri Soma’ydı

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçları açısından en merak uyandıran bölgelerden biri Soma’ydı. Soma’da seçimlerden yaklaşık 3 ay kadar önce daha fazla kömür, daha fazla kar şiarı ile derinleştirilen sömürü mekanizmalarının davetiye çıkarttığı facia sonucunda en az 301 madenci hayatını kaybetmişti. Adeta bile bile işlenmiş toplu bir cinayetti bu. Taşeronlaştırmanın türlü biçimlerinin yaşandığı, ihmaller zincirinin kurumsal bir hal aldığı, işçi sağlığı, iş güvenliği tedbirlerinin alınmamasına göre göre göz yumulan bu katliam hepimizin hafızalarına ve yüreklerine acı ile kazındı. Bir danışmanın yerde yatan bir madenciye attığı tekme, Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen vatandaşa yönelik saldırı görüntüleri, ölüm madencinin fıtratında var sözleri, sokaklarda devletten maaş alan din görevlilerinin cirit atması medyaya yansıyan görüntülerdi.

Soma acılarının üzerine inşa edilen AKP tipi sermaye rejiminden ve onun uyguladığı bilinçli politikaların sonucunda açığa çıkan katliamdan hesap sorma fırsatını acılar henüz tazeyken buldu.

Ancak çıkan sonuçlar herkesi şaşırtacak cinsten. Yerel seçimlerde yüzde 43 olan AKP oyu, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a yüzde 47 destek olarak yansıdı.

Ben bu durumun emeğin güncel sorunlarının Türkiye’deki siyasetin gündeminin dışında tutulmasına bağlıyorum. Geçen haftaki yazımda adayların yaşantımızın büyük bir kısmını kaplayan çalışma hayatı ile ilgili konulara ne kadar duyarsız kaldıklarına dikkat çekmeye çalışmıştım. İnanç ve etnik aidiyetler, dış politika seçim kampanyalarının merkezine konumlandı. Bu eksende yoğunlaştırılmış gündem içerisinde bir parça Demirtaş emek meselelerine, iş cinayetlerine ve Soma’ya değindi.

Sadece Soma için değil mesela Türkiye’nin en önemli sanayi merkezlerinden ve işçi havzalarından biri olan Gebze’de de tablo pek iç açıcı değil. Erdoğan AKP’nin yerel seçimlerde aldığı yüzde 49’luk oy oranını yüzde 61’e yükseltmiş görünüyor.

2008 yılında Birleşik Metal İş üyesi bine yakın metal işçisi ile yaptığımız araştırmanın sonuçlarına göre AKP hükümetini “başarılı” ya da “idare eder” olarak değerlendirenlerin oranı dinle kurdukları ilişki ile doğrudan bağlantılı çıkmıştı. AKP hükümetine yönelik tepkilerin özellikle sosyal güvenlik “reformu” ile yoğunlaştığı bir dönemde yapılan araştırmada dinle pek bir ilgisinin olmadığını söyleyenlerde AKP hükümetini başarısız bulanların oranı yüzde 93’e yükselirken, dini gündelik hayat pratiklerinin bir parçası haline getirenlerde AKP’yi “başarılı” ya da “idare eder” olarak görenlerin oranı % 56 seviyesindeydi.

O dönem AKP seçmeni işçilerin sadece yüzde 28’i kendini sosyal sınıfına göre tanımlarken, genelde bu oran yüzde 43 olarak görülmekteydi. AKP seçmeninde kendini dinine ya da mezhebine göre tanımlayanların oranı yüzde 41’di.

AKP, işçi sınıfı açısından krizlerle ağır kayıpların yaşandığı, kitlelerin siyasete güveninin dibe vurduğu bir dönemin ertesinde, 1990’larda giderek etkisini ve örgütlülüğünü geliştiren bir siyasal hareketin devamcısı olan toplumsal bir örgütlülüğün üzerine inşa edilmiştir. İşçi sınıfı açısından bu dönem sınıf dayanışmasının gerilediği, kişisel ilişkilerin, çıkar ilişkilerinin ve bireyselleşmenin alabildiğine yaygınlaştığı sınıfsal anlamda bir çözülmeye denk düşmektedir.

Kriz dönemi ertesinde yaşanan dönüşüm ile dinsel muhafazakarlığın yeni liberal bir ajanda ile örgütlenmesinin eş zamanlı geliştiği bu süreç, esneklik uygulamalarının yasal çerçeveye kavuşturulduğu, firma içi ve tedarikçi taşeron ilişkilerinin yaygınlaştığı bir dönem olmuştur.

Sonuç olarak dinsel muhafazakarlığın, özellikle işçi kentlerinde cemaat ilişkilerinin, sosyal ağlar üzerinden örgütsel etkinliğini artırmasının, krizin yarattığı yenilgi iklimi ve üretim organizasyonunun dönüşümüyle birleşmesi, AKP hegemonyasının kurucu öğeleri olmuştur. Kriz ve taşeronlaşma süreci ile dayanışma zemini zayıflayan işçi sınıfı siyasal tercihini, sınıfsal çıkarları üzerinden değil, iktidarla kurulan çıkar ilişkilerinin belirlediği cemaatlerin yönlendiriciliğinde yapmaktadır. Bu durum mevcut siyasal yapının sürmesi açısından kritik bir rol oynamaktadır. O yüzden kimlik ve inanç siyaseti temelinde örgütlenmiş bir siyasal hayat işçi kentlerinde Erdoğan için uyguladığı emek düşmanı politikalara karşı can simididir. O yüzden Soma’da yaşanan katliam sonrasında sokaklarda gezinen din adamları şaşırtıcı olmamalıdır.