“Okumayan, yazmayan, düşünmeyen toplumlar içten içe çürürler” Sözün sahibi Uğur Mumcu düşünceye düşman karanlıklar tarafından öldürüldü. 30 yıl geçti cinayetin üzerinden. Failler hâlâ meçhul. Adalet uzaktan da uzak. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok cinayetlerinin davalarının ardındaki karanlık ortaktı. İpuçları birbirini işaret ediyor ve tamamlıyordu. Umut davası altında birleşen bu aydın cinayetlerinin tetikçilerine, faillerine göstermelik cezalar verildi, kimine beraat geldi. Azmettiriciler, planlayanlar, devletin derinliklerinde yol açanlar, cezasızlıkla ödüllendiren, koruyan kollayanlar yani büyük suçun suç ortakları sorgulanmadılar bile.

Öykü hep aynı. Tarihin her döneminde karanlık fikirliler insanları düşünmeye ve hissetmeye yönelten düşünceye, kitaplara ve onların yaratıcılarına, topluma ışık olanlara düşman oldular. Susturmak için yasaklara, sansüre, işkencelere, kıyımlara başvurdularsa da çağlar öncesinden bu yana cezalandırdıkları, susturmak istedikleri bilim insanları, düşünürler ve sanatçılar baskılardan korkmadılar, susmadılar. Yasaklanan, baskınlarla toplatılan, yakılarak imha edilen kitaplar yok oldu belki ama düşünce hiç yok olmadı. Kuşaktan kuşağa, kulaktan kulağa bugünlere ulaştı.

Sabahattin Ali kitapları yasaklanan, tutsak edilen ve öldürtülen bir diğer aydınımızdı. Eşine yazdığı mektubunda “Etrafın seni sıktığı zaman kitap oku… Ben şimdiye kadar her şeyden çok kitaplarımı severdim. Bundan sonra her şeyden çok seni seveceğim ve kitapları beraber seveceğiz. İnsan muhitin bayağı, manasız, soğuk tesirlerinden kurtulmak istediği zaman yalnız okumak fayda verir. Bana en felaketli günlerimde kitaplarım arkadaş oldu.” demişti.

Unutulmaz Milli Eğitim Bakanımız Hasan Âli Yücel, bugün onlarca yıllık sağ ve gerici iktidarların baskısına karşın hâlâ yıkılamayan Cumhuriyetimizin mayasını hazırlayan önemli bir aydındı. Köy Enstitüleri'ni kurmuş, dünya klasiklerinin Türkçeye tercüme edilmesine öncülük etmiş muazzam bir kalkınmanın, çağdaşlaşmanın mimarlarından olmuştu. Çağdaş uygarlığın bilinçli bireylerini yaratmak için geçmişin yapıtlarını iyi bilmek, tanımak, özümsemek gerektiğini söylüyordu. “Hümanizma ruhunu anlama ve duymada ilk aşama, insan varlığının en somut anlatımı olan sanat yapıtlarının benimsenmesidir.” derken aydınlanma devriminin köşe taşı olarak gördüğü Hümanizma’yı kavramadan, köklü bir kültürel sistem kurulamayacağına inanıyor ve bilgi toplumu yaratmanın kitaplarla olabileceğine inanıyordu. 1942 yılında suikast girişimiyle hedef alındı, kısa süre sonra Köy Enstitüleri kapatıldı. Yine kitaplar yasaklandı.

Milattan öncesinden bu yana baskıcı, bağnaz iktidarlar çıkarları uğruna düşünmeyen toplum yaratmak için kitaplara düşman oldular. Milattan önce 213 yılında Çin imparatoru Şih Huan Ti ile başlayan kitap imha geleneği Ortaçağ engizisyonuna ve daha yakın tarihte Nazizm’e ilham verdi. Kitaplarla, düşünceyle hesaplaşanların sebep olduğu acılar asırlara yayıldı. Hitler örneğinde olduğu gibi kent meydanlarında büyük “kitap yakma şenlikleri” düzenleyen karanlık ve cehalet, kitap yakanların başına geçtiği kötülük örgütüyle işi insan yakmaya yükseltti.

Engizisyon döneminde Papa 4. Paul Yasaklanmış Kitaplar ve Yazarlar İndeksi yayınlamıştı. Bu liste Latince ve İtalyanca olmayan tüm İncilleri, Tevrat ve Kuran’ı da yasaklıyordu. Asıl inanılmaz olan bu listenin asırlarca güncellenerek kullanılması. Bugün indeks yok belki ama anlayış dünyaya yayılmış yerli yerinde. İsveç'de faşist bir provokatörün Kuran yakmasıyla hararetlenen gündemle birlikte iktidar ve muhalefet kanadından art arda gelen tepkiler tarihin karanlıklarında dolaştırdı ve Orhan Tüleylioğlu’nun Yalnız Kitap adlı eseriyle buluşturdu beni yeniden.Yukarıdaki örnekler ve bazı alıntıları bu kitaptan seçtim.

Asırlar sonra insan yakanları kutsayan iktidarın yasakları ve sansürüyle sınanıyoruz. Uğur Mumcu 12 Mart sonrası devrimcileri, solcuları hedef alan darbecilerin korkulu rüyası olmuş, evi basılmış, kütüphanesi dönemin pek çok aydını gibi darmadağın edilmişti. Haksızca yargılanmış, kitapları da suç delili olarak mahkemeye sunulmuştu. 80 darbesi sonrası gelenek sürdürülüyor. Bugün sadece kitaplar değil, gazete yazıları, makaleler, duvar yazıları ve çağın gereği tweet’ler de suç unsuru olarak kullanışlı artık. Sabahattin Ali’den Nazım’a, Yaşar Kemal’den Ümit Kaftancıoğlu’na, Dost kitabevinin sahibi yayıncı İlhan Erdost’tan Musa Anter’e, Erdal Öz’den Tezer Özlü’ye, Sevgi Soysal’a, Oktay Akbal’a yargılanan, yasaklanan, öldürülen aydınlarımızın kitaplarla dolu dünyasını alıntılarla, anılarla ve bilgilerle dolaşmak için iyi bir fırsat olarak Yalnız Kitap’ı sizlere de hatırlatmak ve önermek isterim.

Elbette ister kutsal kitap olsun ister bilim ister edebiyat içersin kitap yakmak birilerinin inancıyla, birilerinin de düşündüğüyle kalbine aldığını küçümsemek, yok etmek, yakmak ya da yasaklamak kabul edilemez. Bu faşizmdir. Yobazlıktır, bağnazlıktır. Ancak bir meczubun ırkçı ve faşist kalkışmasıyla çılgına dönüp şiddete başvurmak, intikam çığlıkları atmak da farksızdır. İsveç’in bağnazı kötü bizim bağnazımız mümin, milliyetçi ve kahraman olamaz. İsveç’te bir ırkçıya hak ettiği tepkiyi gösterirken ülkemiz gerçeğini görmezden gelenler, hassas konu diyerek sessiz kalanlar unutmasın ki bu tutum en hafif tabiriyle aymazlık ve kötülük örgütünün gücüne güç katan değirmene su taşıyıcılıktır. Örneğin Sultanbeyli’de İsveç’te yapılana tepki olarak Atatürk büstü kırmak önemsiz bir eylem gibi görülemez, toplaşıp İsveç bayrağı yakmak olağan görülmemelidir. Biz bu yol haritasını yakından tanıyoruz. Dün Sultanbeyli’de Atatürk büstüne saldırı tekil meczup işi olarak sayısız benzeri gibi arada kaynayıp gidecek. O büstü kıranların Sivas’ta Pir Sultan Abdal heykelini parçalayanlar olduğu ve İsveç’te Kuran’ı yakanla şiddet ikizi olduğu unutulmasın.

Rabelas’ın kitaplarını bastığı için Ortaçağ’da Paris’te yakılan Etienne Dolet gibi 1993 yılında Salman Ruşdi’nin kitabını yayınladı diye Aziz Nesin’i ateşe vermek isteyen vahşilerin 35 insanı yakarak öldürüşünün üzerinden de Uğur mumcu cinayeti gibi 30 yıl geçti. Cezasızlığın teşvik olduğunu unutmayarak giriyoruz adaletsiz bırakılan davalarımızın 30. yılına. 14 Mayıs seçiminin hukuksuz adayı Erdoğan’ın 20 yıllık iktidarında faili meçhul cinayetlerin, katliamların ardındaki gerçeklerin araştırılması için adım atılmazken insan yakan canilerin “mazlum” ilan edilerek yine kendi adaylığı gibi hukuksuz şekilde affedilerek salıverilmesi bize çok şey anlatıyor.

“…
Öyle yakma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçeride, dışarıda, derste, sırada,
Yürü üstüne-üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçınan, hayının…
Dayan kitap ile,
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile,
Dayan rüsva etme beni.

Gör nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu genç ellerinle.
…”*