Bir adamın 8 yılda yaptıkları 8 saatte hiçe sayılabilir mi? Gelişini dün gibi hatırlarım. Aziz Yıldırım’ın her yıldız transferi gibi uzun sürmüştü. Öncesindeki Pierre van Hooijdonk, sonrasındaki Ortega ve Roberto Carlos gibi. Cruzeiro kulübüyle pazarlıklar sürerken onun hep ön direğe koşu yapıp topukla ağlara gönderdiği golü izliyorduk ekranlarda. Geldiğinde 27 yaşındaydı. Zaten şampiyon apoletini omuzunda taşıyan takımı bugüne dek 3 kez daha zirveye taşıdı. Brezilyalı Fenerbahçe firmasını giydiği sürece Fenerbahçe sadece 1 sezon ilk 2 sıranın dışında kaldı. Onu Brezilya’dan Hakan Bilal Kutlualp getirmişti (Alex adına yapılan heykelin açılışında ona bizzat teşekkür etti). Bir süre sonra Aziz Yıldırım Alex’i Türkiye’ye getiren adamın Alex’i izlemesini engelleyerek onu stadyuma almadı. İlk sezonlarındaki heyecanı kaybetmiş bir televizyon dizisinin hep takdir edilen oyuncusu gibiydi o, ama diziyi görkemli bir finalle kapatmasına izin verilmedi. Adeta birlikte yaşlanan çiftler gibi camianın 2 kez kapısından döndüğü şampiyonluk hüsranlarına da, geçen yıldan beri üzerinde dolaşan kara bulutlara da şahit oldu ve adeta camiayla beraber yaşlandı.Bugün evinden atılmış durumda.

Elbette Alex bir kader kurbanı değil. Türkiye’de hemen hemen her spor kulübünde görebileceğiniz kriz yönetimi çuvallamasının en güzel örneklerinden birisini yaşadı. Galatasaray bunu birkaç sene önce Lincoln’le yaşamıştı, süreç yönetilemedi ve Brezilyalı kimin haklı olduğu tartışmaları üzerine ülkeden çekip gitti. Belki bu zinciri o başlatmıştı ama gitmeme alternatifi var mıydı? Ricardo Quaresma süreci futbolcunun onca kusuruna rağmen “Beşiktaş çocuğu olanlarla devam ederiz” kafasıyla mı çözüme ulaştırmaya çalışılmalıydı? Bugün de karşımızda Alex var. Evet herkesin yazılanları gördüğü o sosyal paylaşım alanında açık açık hocasına “kıskanç” dememeliydi. Bunun ne gibi sonuçlara yol açacağını ve kendi iç dinamikleriyle kendi kendisini kaosa sürüklemede oldukça marifetli bir kulüpte olabilecekleri, 8 yıllık tecrübe sonunda görmeliydi. Ama bunun karşılığı kendisi için başkanın “efsane değil”, teknik direktörünün “ne düşündüğü pek umurumda değil” demeçleri olmamalıydı.

Meşhur kurumsallık

Yukarıda bahsettiklerimiz ve aşağıda yazılanlar bir futbol takımının başarısına bağlı değil. Carlos Tevez geçtiğimiz yıl Roberto Mancini tarafından “bir daha ben olduğum sürece City forması giyemez” infazıyla ülkesine gönderildikten 8 ay sonra şampiyonluk maçında ilk 11’de sahadaydı. Ama bu Tevez meselesinin kazanılan şampiyonluk sebebiyle unutulması gerektiği anlamına gelmiyor. O hadise halen kulüp tarihinin utanç duyulacak hadiselerinden birisi. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin önümüzdeki dönemki performansı da bu kararı haklı veya haksız yapmıyor. Skorbordda yazan sonuçtan bağımsız olarak, Türkiye’de futbolcu ve teknik adam krizlerinin iyi yönetilmediğini kabul etmek ve bunu iyileştirmek için o hep tekrarlanan “kurumsal yapı” hayalini gerçeğe dönüştürmek için ne yapılması gerekiyorsa yapmak durumundayız.

Ülkeye gelen başka adamlardandı Alex. Geçtiğimiz yıl son saniyeye kadar savaştıkları şampiyonluğu kaybettiklerinde ezeli rakibini tebrik eden ilk adamlardandı. Ezeli rakibin nefret edilen, içten içe korkulan, oyundan çıktığında derin bir nefes alınan oyuncusu kimliğini saygı duyulan oyuncu kimliğine dönüştürmeyi başarmıştı. Türkiye’yi seviyordu, çocukları Türkçe konuşuyordu, sansasyondan uzak bir aile hayatı vardı.

Bir Galatasaray taraftarı olarak yıllardır bu köşeden sizle buluşuyorum. Gheorghe Hagi 5 yıllık emeğinin karşılığında bu şekilde Galatasaray’dan ayrılsaydı belki bunu bir ömür boyu kabullenmek zor olabilirdi benim için. Alex de Souza onlarca başarı kazandırdıktan sonra, veda maçını, jübileyi geçtim, Şükrü Saraçoğlu Stadyumu’na çıkıp kendi taraftarına el dahi sallayamadan Türkiye’ye veda etti. Brezilya’nın mı yoksa bizim değerimiz miydi onu size bırakıyorum, ama Alex şu yeşil sahada dönen meşin yuvarlağın yakıştığı bir futbol değeriydi ve ona böyle veda edilmemeliydi. Tabii her yanlış eylemin içinden ders çıkarılabilir. Umarım bu sefer ders alma sıramız gelmiştir.

Cuper

Güney Amerikalı güzel bir adama veda ettik ama bir başkasının yaptıklarına yeni yeni paye biçmeye başladık. Meşhur “ikinciliklerin adamı” Cuper, geçtiğimiz yıl başladığı işi sonuna kadar götürmeye kararlı gibi. Kurduğu kompleks ve rahatsız edici takım için şanslı olduğu, futbolu öldürdüğü söyleniyor (bu, Inter’in başında iken de sık sık İtalyan basınınca tekrarlanırdı ve hatta Inter taraftarları arasında kanser oranının arttığı esprileri yapılırdı) ama sütlaçı çok seven bu Arjantinli’nin takımını daha sık izlemeliyiz.