Acıları derinleşen bir ülkede yaşıyoruz. Üst üste biriken, adaletsiz kalan sayısız derdin ağırlığı üzerimizde. Adalete kavuşmamış faili meçhul cinayetler, katliamlar, iş cinayetleri, kadın cinayetleri, çocuk istismarı… Bu uzun listenin kalınlaşan bir izleği var üstelik. Kimlik sorun, köken sorun, inanç sorun, fikir sorun. Kimi konuşulmayan kimi konuşulamayan dertlerin ağırlığına tarifsiz bir deprem acısı eklendi. Deprem suçluları şimdi seçim propagandasında.

Normalleşme sürecine girdik deniyor. Normalleşme nasıl oluyor derseniz adalet için soruşturma açmak, hukuku işletmek gibi adımlar yerine konserlerin, tiyatro oyunlarının yasaklandığı süreçte normalleşme, sanata izin verilmesiyle başlıyor. Televizyonlar devletin polisi yerine cinayet çözme, aile kavgaları, evlendirme ve çeyiz yarışı programlarının yayınına bu kez depremzedeleri ekrana taşıyıp istismar ederek devam ediyorlar.

Büyük ve derin acılarla başa çıkmakta sanatın sağaltıcı rolü yadsınır bizim gibi ülkelerde, görmezden gelinir. Sanatı “eğlence” ile eş değer tutarak sınırlayanlar afetler, büyük acılar varken düğün dernek kurmak gibi ayıplanacak bir eylem biçimi olarak tanımlayıp ilk hamleyi yaparlar. Oysa sanat bir kavrayıştır. Aracıdır, arayıştır. Bireysel ve kolektiftir. İyileşmenin aracıdır. Uyarıcıdır. Yüzleşerek acılarla başa çıkmanın bir yoludur.

***

Geçtiğimiz haftalarda İzmir’de Cumhuriyet’imizin kuruluş ve kalkınma sürecinin taşıyıcı politikalarının oluşturulduğu İktisat Kongresi’nin yüzüncü yılında Tunç Soyer’in ev sahipliğinde İktisat Kongresi yeniden toplandı. İkinci yüzyıla girerken kuruluş ve kurtuluşun temel dayanağı olan kültürel birikim ve aydınlanma devrimlerinin izleğinde derinlikli, çok yönlü ve zengin programıyla çok önemli bulduğum kongrenin açılış günü değerli sanatçı Karsu, bütün salonu konser sahnesinden hayat sahnesine taşıdı. Depremde ismini taşıdığı Karsu köyünü, memleketi Hatay’ı ve ailesinden 16 kişiyi kaybeden sanatçı, şarkılarıyla binin üzerinde dinleyicinin tek yürekte buluşmasına vesile oldu. Yağma sonrası sokaklara dökülen eşyalar arasında kalan kumaş toplarından kanatlanan kadife bir pelerin salonun üzerinde dolaştı, bizleri sarıp sarmaladı sanki. Gözyaşlarını bizden esirgemeden müziğiyle yarın için önemli bir duygu birliği, değişim yarattı Karsu. Çok içten, çok başka, değerli ve önemliydi. Bu büyük felaket bizden sadece insanlarımızı, sevdiklerimizi almadı. Kimliğimizi, aidiyetimizi, geçmişimizi, çocukluğumuzu, toprağımızı, bir daha aynı olamayacak olan benliğimizi etkileyen çok şey götürdü. Müzikten, sahneden kaçınmak değil sığınmak gerektiğini deneyimledik.

Geleceği yeniden kurmak, yeniden üretmek, ilerlemek için düzenlenen bu kapsamlı kongrenin önemli taşıyıcı unsurları arasında sanata yer veren vizyon başlı başına değişimin ilk halkası. Bir tetikleyici. Kongre başlıklarıyla yeniliğe, vicdana, yürüyüşe, doğaya, değişime, sadakate, çokluğa ve birliğe davet içeriyordu. Bu sarmalın sanatla kuşatılması aydınlık yarınlara davetin gerçekleşebilir olmasını sağlayacak dalların tomurcuklanmasıdır. Kemal Kılıçdaroğlu “sana söz yine baharlar gelecek” diyor ya işte o bahar böyle geleceğin politikalarını kurgularken duyguları yok saymayarak, sanatla bilinçlenen ve gelişen birikim sahibi kadrolarla mümkün olabilir ancak.

***

“Tiyatro bir şehrin ocak başıdır. Orada en güzel masallar söylenir, en gerçek sözler duyulur” der Muhsin Ertuğrul. 27 Mart Dünya Tiyatro Günü benim için bu duygularla gelip geçti. En güzel masalları dinlediğim, pek çok oyunda sahne performansıyla kendi iç yolculuğuma vesile olan çok sevgili dost bir tiyatro insanını Köksal Engür’ü yanına alarak gitti. Köksal abi annemin Ankara Çocuk Saati’nden arkadaşıydı. Sahnede izlediğim, hayatta buluştuğum çok özel biriydi. Sayısız güzellikle hayatıma iz bıraktığı gibi benim reklamcılık yıllarımda birçok projede dublaj sanatçımız olmuştu. Daha birkaç gün önce markanın adını bile yanlış vurgulayan yeni nesil seslendirme furyasını ne kadar yadırgadığımı düşünürken anmıştım. Bilge Karasu’nun radyo oyunu olarak yazdığı Sevilmek; Işıl Kasapoğlu rejisiyle oyuncu kadrosunda Köksal Engür, Cüneyt Türel ve Tilbe Saran’la Ak Sanat’ta sahnelendiğinde müthiş metninin tadına doyamayarak, provaları bile kaçırmayarak defalarca izlemiştim. O yıllar bizim ocak başımız harika sohbetlerle, sanatla, hayatla dolu ve kalabalıktı. Bilge abinin en yakın dostlarından annem (Füsun Akatlı) ve sevgili Cüneyt (Türel) bizi bırakalı özlem dinmedi. Köksal Engür’ü de çok özleyeceğiz. Sevmenin ve sevilmenin bedelini düşündüren bu oyunu; oyunculuğun dekorla kostümle zenginleşen sahne atmosferi olmadan oyuncunun aktarımını beden dili ve hareketleriyle zenginleştirmeden yalın ve sadece sesiyle, vurgusuyla nasıl güçlü aktarabildiğine hayranlıkla ve doyamayarak izlemiştim.

Hoşça kal sevgili Köksal Engür. Seninle bir parçam daha eksildi. Sahneler sensiz bundan sonra ama sahneye kattıkların ve el verdiklerinde sonsuzluğa erişiyor ve umuyorum ki sevdiklerimize kavuşuyorsun.