Seçimin üzerinden neredeyse yirmi gün geçti. Ancak sonuca ve sürece ilişkin olguları tartışarak anlamak ve yeni bir siyaset içeriği üretmek yerine kişisel iktidar arzularının kışkırttığı “değişim” kavramı üzerinden toplumsal bir histeri nöbeti geçiriliyor. İdeolojik içeriği tanımlanmamış, yöntemi belli olmayan ama salt arzu nesnesi olan bir değişim! İktidarın tüm kamu kurumlarının operasyonel gücünü kullandığı, saraya bağlı medya üzerinden ürettiği algılarla yönetip şekillendirdiği seçmenin tercihine yön veren sosyolojik, ekonomik ve siyasal durumun analizini yapmak yerine A kişisi gitmeli, B kişisi gelmeli sığlığında basit bir tartışma köpürtülüyor! O halde sormak gerekir? Neden gitsin? Gitsin de kim gelince, neden ve nasıl değiştirecek? Gelmesi istenenin gitmesi istenenden farkı nedir? Belli koşullar değişmedikten sonra yeni gelen olmayanı nasıl oldurtacak?

Cumhuriyet Halk Partisi’nin İstanbul İl Başkan Yardımcılığı, Parti Meclisi Üyeliği, Milletvekilliği ve İnsan ve Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı gibi pek çok yönetim kademesinde sorumluluk almış biri olarak parti içi yönetim süreçlerinin demokratikleştirilmesi için konuşmacı olduğum birçok etkinlikte, toplantıda fikirlerimi aktardım, tartışım ve çeşitli raporlar hazırlayarak paylaştım. Kırılgan seçim dönemlerinde kendimi ve partimizi değil ülkemizin geleceğini düşünerek hareket ettim. Belki koltuğumu koruyacak, popülerlik getirecek yüksek çıkışları sağlıklı bulmadığım için olması gerektiğini düşündüğüm sağduyulu tercihle görüşlerimin arkasında durdum. İnanmadığım hiçbir adımı savunmadım. Parti yöneticisi olarak alınan bazı kararlara itiraz ettim, muhalefet şerhimi koydum. Dokunulmazlıkların kaldırılması, savaş tezkeresine evet denmesi, siyaset dilimizin yerli ve milli iktidar diline dönüştürülmesi, laiklik mücadelesinin kuvvetlendirilmesi yerine dini bir baskı olarak kullananların diliyle muhalefet ve seçim propagandası yapılması, parti içi demokrasi ve değişim süreçlerinin önünü tıkayacak tüzük değişikliği gibi örnekler çoğaltılabilir. Resmi görevlerim sonlandığından beri pek çok vesileyle eleştiri ve önerilerimi paylaşıyorum. Bunları Sn Kılıçdaroğlu ile paylaşmaya da devam ediyorum. Ancak asıl muhalefetin, asıl değiştirilmek istenen baskı rejimine ve liderine yöneltilmesi gerektiğini hiç aklımdan çıkartmadım. Kendini güçsüzleştiren güçlüyü alt ederken en büyük zararı kendi davasına verir. İroniktir iktidar partisi bu bilince sahip. Asla kendi iç tartışmasını dışa yansıtmaz. İroniktir onlar solun söylemleri ve vaadleriyle yola çıkar kendi dilleriyle muhalefet yapanı alt ederek sağın eylemleriyle ülke yönetirler.

Bu bilgileri kendimi anlatmak, övmek için değil söyleyeceklerim için önemli bir zemin taşıdığı için hatırlatma ihtiyacı duyarak paylaşma ihtiyacı duydum. Ben bu partiye Kemal Kılıçdaroğlu ile başlayan değişim süreci nedeniyle geldim. Zaman içinde kimi zaman genel başkanı da kuşatan parti dinamiklerinin onun kimi hamlelerine yön verdiğini düşündüm. Kimi zaman öyle olmadığını düşünerek tercihler yüzünden hayal kırıklığı ve büyük üzüntü yaşadım. Şimdilerde değişim için gerekli kavrayıştan uzak temellendirilmemiş yüksek sesli çıkışlarla yirmi gündür gündem oyalanıyor. Özellikle bazı muhalif medya ve gazetecileri yandaş medyanın kodları ve enstrümanlarıyla yüksek çıkışlarının sadece ve en çok güç ve destek kaybıyla son anda tutunabilmiş ve seçim kazanmış iktidara yaradığını görmüyor, bilmiyor olabilirler mi? Elbette ana muhalefet partisi sonucun eleştirisini en çok yüklenecek olandır. Elbette seçmenin oy verdiği lideri sonuna kadar sorgulamak da, gitsin demek de hakkıdır. Ancak bu sorgulayış görevi her yönden sorular sormak olan siyaset sözcülerinin, gazetecilerin, belli odakların birileri lehine yürüttüğü bu çığırtkanlığa hatta hakarete varan söylemlerine dönüşüyorsa sorulacak daha çok soru var demektir.

Bu eleştiriler arasında milletvekillerinin dönem sayılarıyla hedef alındığını da görüyoruz. Toplamda 8 yıl olması gereken (yeni düzenlemeyle artık 10 yıl) 25 (6 ay) ve 26. Dönem (2,5 yıl) milletvekillerinin görev süresi toplamda 3 yıl sürdü. Yani 7 dönem, 5 dönem diye eleştiri getirirken bile hesap yanlış ve siyaset bilmez bir yerden yapılıyor. Oysa benim de 3,5,7 dönemdir ne yaptığını, ne kattığını, türlü üst göreve rağmen bir kez daha -üstelik kimi sadece 1 vekil getiren illerimizden- vekil olma ısrarını sorguladığım isimler var. 1 dönem için bile neden tercih edildiğini düşünmemiz gereken isimler de var. Ya da ‘çalışan, üreten, görünen, koruyan’ isimler neden 1 dönemde öğütüldü sorusu da sorulabilir. Önemli olan tercihlerin önce partinin misyonuna, programına uygun ve liyakat esasına göre demokratik tercih kriter ve mekanizmalarıyla yapılıp yapılmadığını sorgulamaktır. İstenilen değişimi doğru yerden başlatmak için önce CHP’nin kim tarafından hangi amaçla hedef aldığını da, hedef alanın samimiyetini de tartmak gerekli.  

Kopartılan fırtınada esas hedef başına kimin geleceğinden çok CHP’nin kendisidir ve bu yıllardır her dönemde hem de kıyasıya yanlış yönlendirme ve bilgilerle, 100 yılın muhasebesiyle yapılır. Kuruluşundan bu güne iç ayrışmalarıyla, içinden çıkan farklı görüş ve partilerin yönetim dönemleri yok sayılarak tek bir yapıymış gibi partinin geçirdiği olumlu ve olumsuz değişimler görmezden gelerek yapılır bu eleştiri. Çünkü karşı devrimin tamamlanması için kurucu partinin bertaraf edilmesi istenir. Kullanışlı olan kapatılması (ki denenmiştir) kapatılamıyorsa içinin boşaltılması, iç yönetimine müdahale edilmesi istenir. Mümkünse ‘vakıf olması’ talep edilir. İroniktir parti içinde değişimi başlatanlar, isteyenler türlü iftira ya da iç tartışmalarla yıpratılır hedef alınır.  

Bu tartışmalara son vermek ve büyük bir adım atılarak ikinci tura düşürülen iktidar liderinin karşısına hedefe ulaşacak güçlü bir siyasi duruşla çıkmak isteniyorsa CHP’nin ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun en önce henüz hâlâ yapılmamış olanla yeni döneme odaklanması gerekli. Daha önce de söyledim. İktidarın başarısızlığını, düşüş eğrisini görünmezleştiren kendi yenilgisini sahipleniş sadece kendine yer açmak isteyenin benimseyeceği yöntemdir. Parti Meclisi’nde ve MYK’da seçimin doğruları ve hatalarıyla ele alınması, öz eleştiri içeren yapıcı adımlar tanımlanması, bunun bir sonuç bildirgesi ve yol planıyla kamuoyuyla paylaşılması gerekli. Bu özeleştiriyle birlikte hatalarıyla yüzleşirken başarılarını benimseyen ve büyütmesini bilen bir anlayış benimsenmeli. İletişimin ilk kuralı budur. Algı ve iftiralarla olmayanın öyküsünü yazanlara verilecek en iyi cevap gerçek ve somut verilerle –şimdilik!- eksik kalan 1 milyon oyu kazanmaya ve çoğaltmaya odaklanarak verilebilir. Kurultay süreci yazını başından beri işaret ettiğim kakafoni nedeniyle yeterli değildir. Seçimli kurultay öncesi bir fikir ve program kurultayı yapılmalıdır. Partinin yitirilen “davası” (bu kanımca laikliktir) ve Atatürk’ün emaneti altı ok bugünün gerçeğiyle geliştirilmeli ve ikinci yüzyıla uyarlanmalıdır. Üye yapısı ve yönetim süreçlerini olması gerektiği gibi tanımlayan, üye ve delege belirleyiciliğiyle değişimin önünü tıkayan ve sadece başlık olarak demokratik görünen ön seçim formülü yerine gerçek bir demokratik katılım sağlayıcı model tanımlayan demokratik ve özgür bir tüzük oluşturulmalıdır. Diğer yandan gönül isterdi ki seçimlerin iki kişi arasında düello ya da spor müsabakası olmadığının bilincinde siyasetçiler kendi iç değişim arayışlarından önce mecliste, sokakta etkili bir muhalefet için bu bilinçle çalışmaya başlasınlar. Hedeflerinde iktidar olsun ve bunu yaparken sıradan soru önergeleri, kendi fotoğraflarını paylaştıkları değişim yaratmayacak olağan gündemli basın açıklamalarından önce seçimin sonuçlarını sebepleriyle anlatmaya odaklansınlar. Güçlü bir çıkışla yürüyüşe devam için umut olsunlar.  

Değişim için önce değişimi istemek gerek. Değiştirilemeyeni koruyacak yeni bir statüko lideri aramak yerine değişimi mümkün kılan düzenlemelerle adayların önü açılmalı, lider değişimi ihtiyaçlarla şekillenebilmeli ve anlamlı kılınmalıdır.