Yaklaşan çok önemli seçim öncesinde adayların açıklanması artık büyük ölçüde tamamlanıyor. CHP içinde kurultaydan bu yana çok sancılı bir süreç yaşanırken seçim öncesinde sessiz kalmayı biraz  sorumluluk olarak görerek, seçim sürecine zarar vermekten endişe ederek tercih ediyordum. Bir yandan da okurumla, örgütümle, sivil toplum temsilcileriyle, seçmenle, gençlerle buluşmalarımda oy kaybının önüne geçecek, inanç ve güven yaratacak örneklerle, özellikle çok önemsediğim geçmişte ve bugün toplumcu belediyecilik adına önemli dönüşüm ve gelişim sağlayan başarı öykülerini anlatmaya, çoğaltmaya yönelik çalışmalar yürüterek olabildiğince katkı sunmaya çalışıyorum. Yeni yönetimin olumlu bulduğum kararlarını sahiplenerek iç kavgalardan, dedikodulardan uzak durmaya gayret ediyorum. Kimi haklı eleştirilere dayansa da içeride konuşulacak olanın saldırgan ithamlarla, çirkin ve zarar verecek boyutta ekranlara taşınmasından çok rahatsız olduğumu ve bu yaklaşımları hiç doğru bulmadığımı da söylemeliyim. Ancak son dönemeçte yaşananlar, konuşulanlar ve özellikle açıklanması bilhassa sona bırakılan çok önemli yerler ile ilgili tercihlerin ardından susmamak bir sorumluluk haline gelmiş durumda.

Kurultayda “değişim” mesajıyla yola çıkan tarafta yer almadım. Bunun sebebi değişime inanmayışım değil kişileri değiştirerek sağlanamayacağını düşünmemdi. Öncelikle Cumhuriyet Halk Partisi’nin geleneği olan demokrasi kültürü ve sosyal demokrasinin gereği olan çok seslilik ve katılımcılık koşulunu içselleştiren tüzük ve program kurultayları ile gerçek bir değişim başlatılması gerektiğine inancımdı. Partinin üye yapısından, her kademeden yönetici için aday belirleme ve karar süreçlerine kadar bir değişimi elzem görüyor ve bunun da mümkün olan en geniş katılımla parti örgütümüz ve akademisyenler, kanaat önderleri, sanatçıların görüşlerine de başvurarak ortak bir kabulle gerçekleşmesini önemsiyordum. Bu görüşlerimi ve somut önerilerimi kurultay öncesinde ve sonrasında her iki Genel Başkan’a da aktardım. Bir siyasetçi olarak değil hem siyasetçi hem profesyonel bir iletişimci olarak sonuç alıcı olduğuna inandığım projeler ile ilgili sıfat ya da makam değil görev istedim. Sonuç alamadım. Genel Başkan yardımcılığı yaptığım dönemde de bugün olduğu gibi doğru bulmadığım, inanmadığım hiçbir karara imza atmadığım gibi kamuoyu önünde de yanlışı savunmadım. O dönem aynı kurulda görev yaptığım bugünün önemli parti kurmaylarıyla da ortaklaşan görüş ve eleştirilerimin ardında durduğum ve taviz vermediğim için milletvekilliğim bir dönem sürdü, PM ve MYK’daki görevlerim sonlandı. Benim için kabullenmesi en güç olan tamamen yanlış hatta incitici bulduğum kararları bile kamuoyu önünde tartıştırmadım, iktidarın ekmeğine yağ süren olmadım. O konudaki kavgamdan şöhret ve şov uğruma kolaycılıkla ikbal yaratmadım. Bugün baktığımda yerini koruma, nasıl olursa olsun güç kazanma adına pek faydalı olabileceğini gördüğüm bu adımları atmadığım için hiç pişman değilim.

En önce şunu söylemeliyim. Sol mutlak bir tutarlılık ve ilkeler bütünüdür. Partinin soldan uzaklaştığı, iktidarın belirleyici olduğu milliyetçi ve gerici unsurlar üzerinden söylem ve eylem geliştirdiği bir dönemde seçmenimizde ve özellikle örgütümüzde gelişen rahatsızlığı umuda ve gerçek bir değişim inancına taşımak için çok karşılık bulacak, heyecan yaratacak sol vurgulu “değişim” vaatlerinin yerinde bugün yeller esiyor. Genel Başkan Özgür Özel’in seçimi kazanmasıyla birlikte kurultayda lehine tutum almadığım halde toplumda yerel seçim öncesi elzem bir ihtiyaca dönüşen olan umudu hareketlendireceğini, yapılan yanlışlara rağmen seçmendeki yılgınlığı gidereceğini ivme kazandıracağını düşünüyordum. Belki de inanmak istedim. Eğer solu benimseyen söylemini tutarlılıkla siyasete taşırsa, son seçimlerde CHP’nin aldığı 14 milyon oyla Avrupa’nın en geniş erişimli sosyal demokrat partisinin lideri olarak birleştirici bir tutumla, evrensel sol düşünceyi benimseyen herkes için gerçek bir umut olabileceğine inandığımı kendisiyle de paylaştım. Geldiğimiz noktada ne yazık ki adaylaşma süreçlerinin kötü değil çok kötü yönetilmesi, reel siyasetten uzak ve iç kavgalara odaklı aday mühendisliğine odaklanılması, rövanşist bir tutumla liyakat esasına göre insan kazanarak değil öç alan, cezalandıran tutum benimsenmesiyle birlikte bugün kurultay öncesi bizi endişelendiren yılgınlık artarak herkesi uzaklaştırmış durumda.

Son PM’nin ardından eleştirilerimi somut örneklerle vurgulamaya çalışayım. Söyleyeceklerimin kişiler ya da isimlerden bağımsız tamamen yöntem ile ilgili olduğunun altını kalın ve kesin bir şekilde çizerek vereceğim örnekleri. Siyaset ve Kadın konusu ilginçtir. Kimi zaman kotaları kullanarak kendine bağımlı asker arayanlar için kimi zaman “değişim” adına “daha çok kadın aday” gibi kuvvetli bir söylemle kabul görmek, alkış almak isteyenler için kullanışlıdır. Kimi zaman siyasette duruşuyla, kamuoyunda karşılığıyla öne çıkan kadınları vitrin için kullanmak, öne çıkarmak elverişlidir. Emeğiyle, temsiliyle etkili konuma gelen kadınlar ise bu kez tüm kimlikleriyle birlikte kadın kimliğiyle de tehlike arz etmeye başlar. Onlar erkeklerin önüne geçebilecekleri için ‘sakıncalı’ olurlar. Görevlerinin devamı kimi erkekler 5,6,7 dönem görev yaparken mümkün kılınmaz. (Melda Onur, Şafak Pavey, Gaye Usluer…)

Aday tercihlerine baktığımızda cinsiyet, gençlik ve kimlik siyasetinin yapılan tercihleri temize çekmek için kullanılışını çok net görebiliriz. Hele bu tercihler yapılırken kimlikler liyakatin önüne geçiyorsa. “İki aday varsa kadın olan tercih edilecek” vaadine rağmen ‘karşı taraf’ olma engeline takılışım buna iyi bir örnek. Elbette Türkiye rekoruna ulaşan 53 başvuru içinde ‘olmazsa olmaz bendim’ demiyorum. Son güne kadar Urla dışından dosya alan iki adayın ismi, aralarında bulunduğum birkaç ismin önüne geçirilerek ısrarla adaylaştırılmak istendiği için veriyorum bu örneği. Kıyas kriterleri ve itirazlar aşılamaz olup atama izah edilemez hale gelince bu iki isim de İzmir’de başvuru yapmadıkları iki ayrı ilçeye atandı. “Değişimi görmek istiyorsanız İzmir’e bakın” diyor Sn. Genel Başkan. İzmir’de 9 kadın aday ile övünülüyor. Mevcut ve çok da başarılı bulduğum Selçuk Belediye Başkanımızı dışında tuttuğumuzda sekiz kadın adaydan dördünün (biri başka partiden, diğer üçü başka ilçelerden) ‘ithal aday’ olarak çok tepki çekecek şekilde atandığını görüyoruz. Bu ilçelerden ikisinde dışardan aday tercihi ile alınan yanlış kararın seçim kaybettirme riski çok büyüktür. Özellikle adaylardan birinin atamasının yapıldığı 30 Ocak’tan beri ilçe başkanlığına alınmayışı ve örgütün bu koşullarda seçim çalışması yapmayacak olması göz önünde bulundurulduğunda ısrarı anlamak mümkün gözükmüyor. Buna rağmen sadece kayıp riski olmayan Çiğli’de bir “genç” aday geri çekilerek değiştiriliyor. Gençleri öncelerken örselemek, itibar zedelemek, hayalleri öldürmek için nasıl ve neden ihtiyaç duyuldu? O da belirsiz.  

İzmir özellikle yerel seçimlerde CHP’nin en çok oy aldığı yerken geçen seçimde yapılan hatalar nedeniyle iki belediyemiz kayyum ve AKP yönetimine geçmiş durumda. Yapılan atamalardan sonra azımsanmayacak sayıda ilçemizde adayların önceki dönemden kalan yolsuzluk dosyaları nedeniyle iktidarın hedefinde olacağı gazeteciler tarafından dile getiriliyor ve 7/24 yandaş kanallarda konuşulmakta. İzmir gibi somut yerel seçim başarılarımızla, projeleriyle geçmişten bugüne model görülen bir kentte Büyükşehir Belediyesi ile birlikte mevcut 22 belediyenin 20’sinin değiştirilmesi değişim, kadın aday, genç aday tercihi gibi açıklamalarla anlatılamaz. En başarılı olduğunuz yerde hiçbir yöneticinizin başarılı olmadığı gibi hiç istenmeyecek ve kabul edilemez hatalı bir mesaj vermiş olursunuz. Sonuçlarına da katlanmak durumundasınızdır ancak ne acıdır ki sonuca katlanacak olan yine her şeye rağmen oy veren seçmen, inancı, umutları kişisel siyasi hırslara kurban edilen halk olur.  

Gelelim çok tartışmalı Ankara Çankaya adayına. 26 aday adayı başvurusu içinde hem kadın, hem genç sayısı liyakat kriteri de barındıran şekilde birden fazlayken başvurusu bile olmayan bir parti meclisi üyesinin salt Genel Başkan ve gölge başkana yakınlığı nedeniyle atanmasına tepki gelmeyeceğini düşünecek kadar siyaset bilmez, naif bir yönetim düşünelim. PM öncesinde günlerdir yine ikisi de Parti Meclisi üyesi ve başvurusu olmayan ismin öne çıkarılmasıyla günlerdir örgütün, sokağın, seçmenin sesi gür çıkarken öngöremediğini anlayıp düzeltmeyi düşünmemek bir tercihtir. Bu duruma çok uygun bir söz var. “Possunt quia posse videntur” yani ‘yapabilirler çünkü yapabileceklerini düşünüyorlar’, güç ellerinde ve gerisi umurlarında değil. Özellikle kazanılması kesin olan yerlere en yakınlarını atayarak -en iyimser ve yumuşak dile getirişle- yenilgiyi şimdiden kabullenerek sonrasında tutunabilmek peşindeler.

Parti Meclisi üyeleri ya da Milletvekilleri ancak istisnai durumlarda eğer kazanılması sadece bu kişilerce mümkün görünen yerler varsa seçildikleri yerden başkanlık için feragat ettirilmelidirler. Çankaya’da bu durum söz konusu değil. Üstelik bu tercih değerlendirilecekse parti meclisinde olup da “karşı taraf” olmaktan başka suçu olmayan hem de kadın aday adayı başvurusu mevcut. Genç adayımızın kimliği üzerinden bedel ödeyişi, Alevi ve Kürt’lerin partiden tasfiye edilmesiyle ilgili kuvvetli eleştirilere yanıt olarak öne çıkarılıyor. Bu siyasi kariyerini, duruşunu tartışmalı hale getirerek en çok da ona yapılan bir haksızlıktır. Sol diyoruz ya hani. Yıllarca Ankara’nın kaderi için Melih Gökçek’le karşı karşıya gelmiş, bedel ödetilmiş, sol görüşüyle, mesleğiyle, başarılarıyla öne çıkan bir kadın aday adayından daha çok hak edecek hangi özelliğiyle bu genç kardeşimiz zaten kazanılması garanti olan bu ilçemize aday olarak seçilmiştir? İzmir Karşıyaka gibi rekor oy alınan bir ilçede üstelik seçim sürecinde partimize, adaylarımıza açık operasyonlarıyla gündemde olan başka ve “sağ” görüşlü partinin milletvekili adayının başvurusu bile yokken 29 aday adayı yok sayılarak aday gösterilmesi neden ve hangi ilişkiyle gerçekleşmiştir? Aralarında çok önemli parti görevlerini başarıyla yerine getirmiş sayısız isim varken neden bu adaya ihtiyaç duyulmuştur? Madem belediye başkanı olarak yönetime yakın ve ataması yapılabilen bir aday adayı bu 29 kişi arasında vardı, neden hiç tanımadığı ve istenmediği bir ilçeye atanması uygun bulundu?

Bunları sormamak, sorgulamamak ne ilkelerime, ne siyasi duruşuma ve siyaset içinde geleceğimiz için hayalini kurarak elimi taşın altına koyduğum değişim ve dönüşüm hayallerime ihanet olur. Daha örnek çok. Kazanılacağı kesin olan yerlere koşulsuz değişime destek veren isimlerin koyulduğu sayısız örnek var. Karşıda görüldüğü halde tasfiye edilemeyen başkanlar içinde yerini ancak onlar aday gösterilmediğinde kaybedileceği kesin görülen büyük şehir başkanları koruyabildi. Üstelik süreç bitmedi şimdi özellikle büyük şehirlerde hemşerilik ve itaat ilişkileriyle belediye meclis üyeleri ilçelerden değil bambaşka illerden gönderilecek. “Şimdiye kadar en az tepki çeken listeler” diyor Sn Genel Başkan. Oysa seçim sonucu Türkiye’nin kaderi olarak görülen İstanbul İl Başkanlığı isyan eden örgüt tarafından işgal edilmiş halde. “Etiam periere ruinae!”*

Tek dileğim 1 Nisan sabahına büyük yanıldığımı görerek uyanmak.

*Romalı şair Lucan tarafından Julius Caesar’ın Troy’u ziyaretinde söylediği aktarılan cümle: “Kalıntılar gitti. Harabeler bile yok oldu.”