TBMM önünde bir işçinin kendini “Geçinemiyorum” diyerek yakması, halkın nasıl bir çaresizlik içinde olduğunu ortaya koymaya yetiyor. Bu çaresizliği üreten en önemli faktör hem toplumsal alan da hem de siyasal alanda durumu değiştirebilecek görülen bir kuvvetin olmaması. Bunun için ülkemizde muhalefetin de öncelikle bugünkü durumun değişmesine imkân tanımayan mevcut güçler dengesini bozacak bir kuvvet oluşturabilmesidir

Değiştirmek mümkün; ama nasıl?

Kriz sonrasında dünyada tüm güçler yeni bir istikamet arayışında. Kapitalizm, küreselleşme istikametindeki kırılma sonrasında kriz içinde yolların tükendiği bir noktaya ilerleyişini sürdürüyor. Bu kaotik dönemin belirleyici öznelerinden birisi de isyan ve direnişlerle kendini ortaya koyan halk inisiyatifleri. 2008 krizi sonrasında Tunus’tan Tahrir’e, Gezi’den Brezilya sokaklarına, Wall Street’ten İspanya ve Yunanistan’a uzanan parlama noktalarının ardından Syriza, Podemos, İngiltere’de Corbyn’in çıkışı gibi bu arayışlar üzerinden siyasal seçenek oluşturma yönünde –başarılı-başarısız- denemeler de gerçekleşiyor. İran’daki son eylemler şimdi Tunus’ta başlayan direnişler bu dalgaların geçici bir parlamanın ötesindeki bir arayışın varlığını ortaya koyuyor. Ülkemizde de Gezi’nin sonrasında farklı biçimlerde kendini göstermeye devam eden, en son Hayır hareketinde bir kez daha görülen bu değişim dinamikleri üzerine düşünme ihtiyacını ortaya koyuyor.

Sıkışma
İran’daki eylemler üzerine başta BirGün’ün sayfalarında olmak üzere önemli değerlendirmeler yapıldı. Halk eylemlerinin çıkış noktası işsizlik ve geçim sıkıntısına dayanıyor. 2009’de Yeşil Hareket’in, seçimlerde oylarının çalındığı gerekçesiyle başlayan eylemlerden farklı olarak yoksulluk merkezli bugünkü direniş İran’ın mevcut yerel ve uluslararası güç dengesi içindeki müdahalelerle birlikte şekillendi. Ruhani liderliğindeki ‘reformcu’ kanatla, Ahmedinejat’ın temsil ettiği ‘sertlik yanlıları’ arasındaki mücadelenin bir boyutunu oluşturduğu diğer ucunda da Trump’ın açık biçimde ortaya koyduğu üzere direnişi rejim değişikliği doğrultusunda bir iç savaşa yöneltme doğrultusundaki müdahalelerin hızla devreye sokulduğu karmaşık bir durumdan söz ediyoruz. Halk eylemlerinin bu güç dengesi içinde kendisine bir yol açabilmesi hiç de kolay olamıyor. Özellikle rejimin yıllardır uyguladığı baskılarla solun örgütlü güçlerinin ezildiği bir tabloda, aşağıda biriken tepkinin daha önce Mısır ve Tunus’ta olduğu gibi gerçek bir değişimin önünü açabilmesi mümkün olamıyor. Öte yandan da bu isyan dalgasının geri çekilmesi ‘kontrol altına alınması’ ya da ‘sönmesi’ anlamına da gelmiyor. İran’daki durum da böyle. Emperyalizmin baskısı ve İslamcı molla rejiminin farklı kanatları arasında sıkışan halk inisiyatifi şimdilik bir yol açamamakla birlikte rejimin eski biçimde devam etmesinin imkânsız olduğunu ortaya koydu. Ancak yıkıcı enerji kendi kurucu siyasetini ortaya koyabilmekten uzak kaldı. Bu aslında isyan hareketlerinin bir karakteri olarak öne çıkan bir durum. Ortadoğu’da özellikle ABD’nin Tunus’tan Mısır’a ve Libya’dan Suriye’ye müdahale biçimleri göz önüne alınırsa buna da karşı çıkabilecek bir istikamet ve halkın örgütlülüğü geliştirilmeksizin bu krizin halk inisiyatifi lehine aşılabilmesi de kolay görünmüyor. Bu noktada sol hareketin bu isyanları toptancı bir yaklaşımla bakarak içindeki farklı dinamikleri görmeksizin koşulsuz biçimde desteklemesi ya da emperyalizmin müdahale arayışlarına bakarak reddetmesinin ötesinde bir dip dalgasının üzerindeki hareketlerin deneyimlerine sahip çıkan ve bunlar arasındaki bir dayanışma hattının nasıl gelişebileceği üzerine kafa yoran bir noktada durması gerektiği de görülüyor.

Kriz
Tunus’ta şimdi ortaya çıkan eylemler açısından da durum farklı değil. Tunus, Ortadoğu’daki isyanın işaret fişeğinin ortaya çıktığı nokta. Bin Ali’nin diktasına son veren Tunus halk eylemleri sonrasında bu isyanın üzerinden iktidara gelen Müslüman Kardeşler’in orada tutunmasına da imkân tanımadı. Bu bakımdan örgütlü muhalefetin görece daha kuvvetli olduğu bir yerden söz ediyoruz. Ancak, Tunus’ta eylemlerin bir iktidar değişimi doğrultusunda gelişme imkânının olmadığı noktada, bugünkü iktidar da eskinin bir biçimi olmanın ötesine gitmiyor. Tunus’ta şimdi başlayan isyan dalgası da İran’a benzer şekilde hayat pahalılığı ve yoksulluk temelinde gelişiyor. Hatırlanırsa, ilk isyan da seyyar satıcı Buazizi’nin kendini yakmasıyla başlamıştı. Bugün de isyan aynı hattan bir yol aramaya devam ediyor. Buna şimdi Yunanistan sokaklarında, dün iktidara taşıdıkları –ve bir yol açma imkânını heba ederek kapitalizmin çürümüş düzeni içinde konumlanan- Syriza’ya karşı emekçilerin sokaklardaki taleplere bakıldığında da bunu görmek mümkün. Bu durum bir kısır döngüyü değil süreklilik kazanmış bir arayışı ifade etmekle birlikte muhalefet hareketinin krizini de işaret ediyor. Çözüm yolu olarak görülebilecek bir düzen alternatifinin henüz gelişmediği bir durumda muhalefet krizi de sürüyor. Bu halk eylemlerinin parlamalar sonrasında kalıcı ve uzun süreli bir mücadele ile düzen ve iktidar değişimi doğrultusunda gelişim gösterememesi gibi öte yanda Syriza ya da daha önce Latin Amerika deneyimlerinde de görüldüğü üzere alternatif programlara yönelmekle birlikte devletin dönüşümüne ilişkin bir program ve strateji yoksunluğundan kaynaklanan yenilgilere de yol açıyor. Kuşkusuz tüm bu sorunların hızla çözümünü beklemek yanıltıcı olacaktır ancak bunları görerek yeni ilerleyiş noktalarını oluşturulması da acil bir ihtiyaç olarak ortada duruyor.

Alternatif
Büyük ölçüde kendiliğinden nitelikli protesto hareketleri kimi noktalarda siyasal alternatiflere dönüşebilme yolunu girmişse de bir alternatif haline gelebildiğini söyleyemeyiz. Protestoların alternatif kanallarda kalıcı ve örgütlü biçimler alabilmesinin nasıl sağlanacağı tam da bugün muhalefet krizinin anahtarı niteliğinde. Bu noktada politik ve toplumsal alternatifleri üretmeye yönelik bir değişim stratejisine yönelik tartışmalardan –ve bu yöndeki kimi adımlardan- da söz edebiliyoruz. Birinci adım olarak halkın söz talebinin karşılık bulacağı parlamento dışı bir zeminlerin oluşturulması yönünde bir dinamizm gelişiyor. Tüm direniş hareketlerinde damgasını vuran taleplerden birisi tam da yeni bir demokrasi arayışı. Türkiye’de parlamentonun açık biçimde devre dışı bırakıldığı bir durumla birlikte genel planda da temsili demokrasinin sınırlarının daraltıldığı yeni otoriterleşme biçimleri karşısında direniş meydanlarının bir demokrasi meydanı haline getirilmesi, herkesiz söz hakkının olduğu kolektif bir yaklaşımın bu meydanlara hâkim kılınması demokrasinin parlamento sınırlarının ötesindeki bir ufukla ele alınmasına imkân tanıyor. Parlamentoyu değişimin biricik aracı olmaktan çıkaran ve değişimi öncelikle toplumsal alandaki hareketler üzerine kuran yaklaşımla alternatif halk örgütlülüklerinin inşasını hızlandırmaya ihtiyaç var. Bir baskı gücü olarak muhalefetin ötesinde kurucu-alternatif odaklar içinde çoğalan bir hareketlenme de ancak gündelik sorunlara yanıt üretebilecek çoklu mücadele araçlarının, halk örgütlülüklerinin geliştirilmesiyle mümkün olabilir. Pek çok yerde halkın kendi sorunlarına birlikte yanıtlar üretmeye başladıkları alternatif ekonomik ve sosyal örgütlenmeler de geliştiriliyor. Bu türden toplumsal örgütlenmelere yönelerek, isyan dalgalarındaki değişim taleplerinin kendi istikametini bulmasının yolları açılabilir. Buradaki bir diğer tartışma noktası da toplumsal örgütlenmelerle siyasal özneler arasındaki ilişkinin yeniden biçimlendirilmesi ihtiyacı. Toplumsal hareketlerin politik iktidar mücadelesinden azade bir mikro alan mücadelelerine bükülmesi de yaygın bir durum. Politik dönüşümü, iktidar mücadelesini dışlayarak gelişen bu mücadeleler de kuşkusuz kimi deneyimler ortaya çıkarsa da gerçek bir dönüştürücü güç haline gelemiyor. Bu noktada toplumsal hareketler ve halkın kendiliğinden direniş inisiyatifleriyle siyasal hareketleri ortak bir zemine çekebilecek olan zeminlerin nasıl oluşturulacağı sorusu da bu dönemdeki temel konulardan birisi. Söz verilmeyenlerin sözünü icra edeceklerini, direnme potansiyellerini birleştirecekleri –ve elbette oligarşik yönetimler karşısında ikili iktidar stratejisinin nüveleri olacak komite-Konsey deneyimlerinin işaret ettiği- güncel formlar oluşturulması buna bir yanıt olabilir. Türkiye’de Gezi’nin sonrasındaki Haziran fikrinin işaret ettiği meclisler bu noktada önem kazanıyor. Mahalle komiteleri oluşturma, kooperatifleşmeler ve siyasal-toplumsal hareketlerin ortaklaştığı siyasal zeminlerin oluşturulması yönündeki arayışları başka coğrafyalarda da görüyoruz. Bunlar önceki dönemlerden farklı olarak toplumsal alandaki ihtiyaçlar nazarında farklı örgütlenmelerle bunların belirli biçimlerde –ve bir değişim politika ve stratejiyi etrafında- birbiriyle ilişkilendiği bir yeni tip örgütlenme biçimlerini zorluyor.

İstikamet
Bunlar üzerinden Türkiye’deki duruma bakarsak, devrimci direniş potansiyelinin geliştirilmesi noktasında farklı yönlerde –ancak bütünleşik- adımlara ihtiyaç olduğunu da görüyoruz. İslamcı faşizmin kurumsallaşma adımlarını yoğunlaştırdığı ancak toplumu ikna edebilme kabiliyetinin azaldığı bu aralıkta en önemli boşluk halen alternatifsizlik olarak öne çıkıyor. TBMM önünde bir işçinin kendini “Geçinemiyorum” diyerek yakması, halkın nasıl bir çaresizlik içinde olduğunu ortaya koymaya yetiyor. Bu çaresizliği üreten en önemli faktör hem toplumsal alan da hem de siyasal alanda durumu değiştirebilecek görülen bir kuvvetin olmaması. Bunun için ülkemizde muhalefetin de öncelikle bugünkü durumun değişmesine imkân tanımayan mevcut güçler dengesini bozacak bir kuvvet oluşturabilmesidir. Parlamentodaki muhalefet güçleri dahil toplumdaki arayışa yanıt verebilecek, Hayır’da görülen ilerici tepkileri kapsayabilecek bir durumdan uzak. Böyle bir ortamda, OHAL’i altında sonucu önceden ayarlanmaya çalışılan bir seçime doğru ülke sürükleniyor. Pek çok karşı çıkış olsa da bunlar toplumun arayışına yanıt verecek bir kuvvet merkezi olarak öne çıkmıyor. Öte yandan muhalefetin siyasal İslamcı rejim karşısında istikametten yoksun kalması halkın sağ siyasetlere ve başkaca güçler eliyle gerçekleşecek değişimlere bel bağlamasına neden oluyor. Muhalefet hareket içinde de tutarsızlıklar ve savrulmaların ortaya çıkması tam da bir alternatif istikameti işaret eden ve onun kuvvetini oluşturan bir odağın eksikliği içinde gerçekleşiyor.

Türkiye’de şimdi Hayır’ın bir adım daha ilerisine geçerek solun bağımsız sesini yükselteceği bir kuvveti oluşturmasının yollarını aramak gerekir. İsyan ve direniş hareketlerinin genel planda yaşadığı sıkışmanın ülkemizde de Gezi sonrasındaki pek çok uğrakta karşımıza çıkan zoraki istikametlerin ötesine geçebilmek ancak böyle bir alternatif ortaya konularak başarılabilecek. Sonunda bir fikir, ancak halkın ihtiyaçlarına, somut sorunlara yanıt verebildiği oranda etkili olabilecektir! Bugün halkın siyaset arayışına yanıt verecek bir kuvvet oluşturmak aynı zamanda uzun süreli bir mevzi mücadelesinin adımlarını toplumsal örgütlenmeleri çoğaltarak atabilecek bir devrimci siyasetle ülkenin istikametini değiştirmek pekala mümkün!