12 Eylül faşizminin getirdiği bir nitelemeydi, bölücülük. Sonraları PKK’yi adını anmadan tanımlamak için (bölücü terör örgütü) kullanılır oldu. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra, Bush’un ağzından “ya bizdensin ya da düşman”a dönüştü.  AKP ile birlikte Türkiye’de siyasal alandan gündelik hayata kadar her tür çatışma için “araçsallaştı”. Uzun süredir dünyayı, olayları görme anlama sürecinin referans kavramı olarak zihinleri biçimlendiriyor.

Her tür çatışmayı ikili karşıtlıklar üzerinden kurup, bizdense iyi, doğru, haklı onlardansa kötü, yanlış ve suçlu olarak etiketleme, taraflar arası ya da onları aşan ortak bir referans noktası bırakmadı. Bu süreçten ilk ve en ağır etkilenen insan hakları, dahası “insan” kavramı oldu. 20. yüzyılın iki büyük yıkıcı savaşı, insan ve haklarını bir ortaklaşma kavramı olarak getirmişti. İlk parçalanan o oldu.

Bu değişime koşut ve belki de onunla bağlantılı olan bir durum daha var. İnsanlık dışı şiddetin saklanmak yerine teşhir edilmesi. Modernlik, bir açıdan da bedene yönelik şiddetin saklanmasıdır. Meydanlarda kamuya “seyirlik” olarak gerçekleştirilen idam cezası, gözlerden kaçırılıp, şiddet, gizli/ ayıp ama kaçınılmaz bir eylem haline getirilir. Öyle ki, bedene yönelik şiddet uygulamaları ortaya çıkan iktidarlar, hükümetler vb. kamuoyunda güvenilirliklerini ve haklılıklarını yitirme riskiyle yüzleşir(di).

∗∗∗

12 Eylül cezaevlerinde esirler kar altında iç çamaşırlarıyla sıra dayağından geçirilir, Diyarbakır cezaevinde kanalizasyonda tutulurlardı ama arada sırada temiz kıyafetler giydirilip basına poz verdirilirdi. Vietnam Savaşı’nda napalmden kaçan bedeni yanık içindeki çıplak kız çocuğunun yüzündeki dehşet, ABD kamuoyunda savaş karşıtlığının yükselmesinde önemli bir etki yapmıştı. Sonra Ebu Garip görüntüleri geldi. İşgalci ABD askerleri savunmasız tutuklulara yaptıkları işkenceleri yüzlerinde gülümseme ile görüntülemeye başladılar. Belki başlangıçta utangaçça ama sonra “şov” olsun diye. Doksanlarda PKK”lilere yönelik kulak kesme, zırhlı arkasında sürükleme fotoğrafları Özgür Gündem’ de yayınlanınca hükümet hepsinin yalan olduğunu “kanıtlamaya” çalışmıştı. Sonra Hacı Lokman Birlik’in bedeni şehir içinde dolaştırıldı, Ekin Van’ın çıplak bedeni görüntülendi ve gösterildi. IŞİD’in kafa kesme teşhiri ile de “dehşet pornografisi” yerleşti. Bedene yönelik şiddeti gerçekleştirenler kameralara poz vermeye başladılar. “15 Temmuz Darbe girişimi” sırasında köprüde erlerin boğazı kesilirken de, don atlet spor salonuna doldurulan “darbeciler” kaba dayaktan geçirilirken de kameraya “alındı”

Cumartesi günü HAMAS militanlarının bedene yönelik şiddet eylemlerini, özellikle ve sakınmadan yayınlamak için uğraşmaları da dehşet pornografisinin” son halkası. İsrail hükümeti ve ordusunun da geçmişte çok benzer eylemleri var.

Eylemciler, maruz kalanlar ve tanıklar bu pornografiyi o kadar içselleştirmiş durumdakiler ki, hemen hiç biri bu dehşete dair laf etmiyor. Biraz ses çıkarmaya kalkanlara da onlar yapınca sustunuz da bunlar yapınca mı eleştiriyorsunuz “şiddeti” boca ediliyor.

∗∗∗

Bu hali, şiddetin bir amaç için kullanılan araç olmaktan çıkıp bizatihi kendisinin amaç haline gelmesiyle açıklamak yeterli mi?  Bu tür bir şiddeti ezilenin kendisini ezeni, kendi yarattığı şiddetle vurması diye anlamaya çalışmak doğru mu? Ezenin eylemi şiddettir, ezilenin eylemi özsavunmadır diyerek geçiştirebilir miyiz. Ezene yönelik şiddeti, Fanon’un gözünden kimlik kurucu, öz güven aşılayıcı bir sömürülen eylemi olarak yüceltebilir miyiz?

Bu dehşet pornosuna, yüzeysel bir ahlak ve vicdan pozisyonundan bakmak da sorunu çözmek bir yana edilgenleştirici bir “ahlakçılık” vaaz etmekten öte anlamı olmayan bir zavallılık.

Dehşet pornografisinin asıl olarak “insanlık” kavramının içini boşalttığını görmeliyiz. Kapitalizmin kendi krizini atlatmak için çıkış aracı olarak, insanlık kavramının yeryüzündeki tüm insanları kapsamadığını kabul ettirebilmek, bulduğu görülüyor.

Modernliğin kurucu kavramı “insan”sa, sosyalizm  o insanın insanca yaşamasının ancak kapitalizm yıkılınca mümkün olabileceğini söylemişti. Şimdi bir bakın dünyanın savaşlarına; sosyalist bir hayal için mücadele edenlerin seslerinin neden kısıldığını düşünün.  Birbirlerini bölenlerin tek ortak düşman olarak neden sosyalistleri gördükleri üzerine düşünün.

21. yüzyılın faşizmi, modernlik ve aydınlanma öncesi dünyanın üniformalarını giyerek geliyor. Ya insan kalacağız ya da köle bile olamayacağız. Filistinlisi, İsraillisi, Türk’ü, Kürt’ü, Ermeni’si, Arap’ı değil de dünyanın sosyalistleri olarak kendimizi tanımlamazsak, insandan sayılmayacağız.