Karaköy’de bir kafedeyim, karşımda eski şehrin silüeti, kulaklarımda şehrin uğultusu, Sait Faik’in deyişiyle “müthiş bir birikim mahsulü olan ses”. Ve bu sese, yine müthiş bir birikimin mahsulü olan manzara eşlik ediyor. Sadece şehir mi? Bedenler de öyle, doğanın biriktirdiklerine eklemlenmiş toplumsal birikimler. Uzun gölgelerini peşlerinde sürükleyerek önümden geçenler, acaba ne tür birikimlerin eseri? Manzara, üst üste yığılmış birikimlerden oluşuyor, sessizce kayıp gözden kaybolanlar, bir başkasının manzarasına girdiklerinde o bir başkasının manzarasındaki birikimlere dönüşecekler. Yandaki masada oturan deli durmadan konuşuyor ama fısıldayarak konuşuyor. Yoksa deliler de düşüncelerini yüksek sesle dışa vurmamayı mı öğrendiler? Kulak kesiliyorum fakat ne dediğini anlamakta zorlanıyorum. Delinin içinde çok şey birikmiş olmalı, fısıldamaları tüm şiddetiyle kesintisiz devam ediyor. Fısıltıları o kadar güçlü ki uğultunun içinden sıyrılıp tekil bir sese dönüştükçe şehrin uğultusunu bastırmaya yetiyor. Sessizce manzaraya giren ve kayıp gidenlerin sükûnetine aldanmayın, içlerinde kim bilir ne kıyametler kopuyordur. Her beden aynı anda hem kendi içindeki hem şehrin uğultusundaki tekil sesleri ayırt etmekle meşgul olabilir. Bedenler hem müthiş bir birikimin mahsulü hem müthiş birikim onların eseri. İç ve dış sesler birbirine karıştıkça tekil sesleri ayırt etmek zorlaşıyor. Deli aralıksız kendi kendine konuşmaya devam ediyor.  Akıllı olmak, içlerindeki uğultuyu susturmayı becerenlerin işidir.

∗∗

Sesler yüzeye çıkmak için bilincin kapılarını zorluyor, içimdeki uğultuyu artık bastırmayı beceremiyorum, Kendi kendime konuşmamak için bilincin totaliterliğine sığınıyorum ama olmuyor. Sesler sonunda bedenimi işgal ediyor. İletişim, tekil sesleri ayırt edip onlara yanıt verdiğinizde başlar. Totaliter bilincin hâkim olduğu toplumlarda bir insanın içindeki çoklukla iletişim kurması ve üstelik bunu yüksek sesle yapması deliliğin alameti olarak addedilir. Ve böylesi bir toplumda delirmeyi başaranlar dışında hiç kimse deli yaftasını taşımak istemediği için herkes içinden konuşur. Yan masadaki deli içindeki diyaloğu dışa vurmaya devam ediyor, fakat ben içimle konuşurken sessizliğimi koruyorum. İç konuşmalarımı, çelişkilerimi, çatışmalarımı dışa vurduğumda başıma gelecekleri aşağı yukarı tahmin ettiğim için akıllı ve uslu birini oynuyorum. Ve çoğunluğun akıllı ve usluyu oynamak zorunda kaldığı totaliter bir toplumda despot, haliyle bangır bangır bağıran toplumsal bilinci temsil eder. Toplumsal bilinç bedenleri ele geçirmiş, herkes aşırı akıllı. Müthiş bir birikimin mahsulü olan bedenler içlerindeki çokluğu dillendirmek yerine bastırmak zorunda kalıyor. Bedenler, çokluğu bastırmayı despottan öğrendiler. Fakat içerdeki çokluk artık despota boyun eğmek istemiyor.

∗∗

Müthiş bir birikimin mahsulü olan bedenler, tenlerinde müthiş bir gerilim duyumsuyorlar. Gergin olmamak mümkün mü? Bedenler, bünyelerindeki çokluk ile despotun tekçiliği arasında çarmıha gerilmişler. Hiyerarşik bir yapıya dahil olduklarından beri devasa bir bedenin yer ve işlevi tanımlı organlarına dönüştüler. Salisbury’li John’un 11. yüzyılda yazdığı gibi, devlet denilen bedenin başı hükümdardır, organların kullanımı ve denetimi hükümdara aittir. Bedenler, uzuv ya da organ olarak devlete tabi olmalarıyla birlikte bilinçlendiler, bilinçleri despotun bilincidir. Ne diyordu Nietzsche?  “Bilinç, genelde ancak bir bütün kendini daha üstün bir bütüne tabi kılmak istediğinde ortaya çıkar” (Nietzsche). Fakat içimdeki teröristlerin isyanı sürüyor, bilinç isyanı bastırmaya çalıyor. Ayaklar bile artık başı taşımak istemiyor. Bilinç, “oturun oturduğunuz yerde” diyor, “ayaklar baş olunca kıyamet kopar.” Ardından ayaklardan biri, “akılsız başın cezasını ayaklar çeker” diye ekliyor, “başı değiştirelim!” İçimdeki çatışmalar tüm şiddetiyle devam ediyor.

Delirmek işten değil. İçimde kıyametler kopuyor, fakat hala akıllı ve uslu birini oynamaya devam ediyorum. Bir beden gibi örgütlenmiş devlet ve devlet gibi örgütlenmiş bedenler; kafalarının içinde küçük despotlar taşıyorlar. Yaşadıkları koşullara hala isyan etmiyorlarsa bilin ki düşünemedikleri içindir. Aklın yolu birdir, akıl çoklukla birlikte düşünmeyi engelliyor.