Google Play Store
App Store

Yaratacağımız yeni düzen bugünkü taleplerimizin, mücadele pratiğimizin, kurduğumuz ilişkilerin içindedir. Kurulan “yeni”, kuran kadroların ve peşinden gidenlerin idealleri, yapabildikleri, sınırlılıkları ile belirlenir.

Dinci faşizm sonrası kültür, sanat ve hayat

Stendhal’ın edebiyat için söylediği “yol boyunca gezdirilen bir ayna” sözü, kültürün ve sanatın yaşadığı toplumu nasıl “yansıttığını” gösteren önemli bir söz. Mimesis denen taklit, sanatın özünü oluştururken yansıtmayı aşmaya çalışan akımlarda da çağın düşünsel özünün kültürde ve sanatta belirleyici olduğunu görüyoruz. Bilinçaltına dair çalışmaların etkisiyle çocukluğa inen psikolojik romanlar ve filmler, postmodern düşüncenin gelişmesiyle üst kurmacaya, montaj tekniğine yönelen sanatçılar, toplumsal mücadele dönemlerinde toplumcu sanat, içe kapanma dönemlerinde bireycilik, kaybedenler akımı…

Yarının kültürünü, sanatını belirleyecek olan şey yarının ne olacağı ile ilgili olsa da yarın bugünün içinden filizleniyor. Bizler yeni bir kültür inşasını yarının toplumsal koşulları için mücadele ederken bugünden kurmak durumundayız. Dinci faşizm sonrasına dair yapılan tartışmalarda “nasıl bir kültür” dendiğinde tartışma, elbette ki yakıcı bir sorun olduğu için, zor koşullardaki sanatçıların desteklenmesine indirgeniyor. Bu da belediye mi desteklesin, bakanlık mı etkinlik yapsın, sigorta vb. özlük hakları gibi konular çerçevesinde yürütülen bir tartışma. Çok değerli olmakla birlikte yarının kültürüne dair konuşan pek yok.

Bugün biz neye karşı mücadele ediyoruz ve ne istiyoruz? Sanatın özgürleştirici yanından korkup onun eleştiri-hiciv özünden koparan, muhafazakârlık adına amorf bir alaturka bir görüntüyü ülkenin her yanına yerleştiren, bunu yaparken de sanatı özel sektörün kucağına itip ticari bir meta haline getiren gerici ve piyasacı bir akla karşı mücadele ediyoruz. Özgür bir sanat, bunun için kamusal bir planlama, halkın içinden gelişecek yeni bir aydınlanma kültürü istiyoruz. O zaman mücadele içerisinde bunun nüvelerini oluşturmak zorundayız. Yaratacağımız yeni düzen bugünkü taleplerimizin, mücadele pratiğimizin, kurduğumuz ilişkilerin içindedir. Kurulan “yeni”, kuran kadroların ve peşinden gidenlerin idealleri, yapabildikleri, sınırlılıkları ile belirlenir.

UFKUMUZUN SINIRLARI

Dinci faşizmin bugünkü temsilcisi sayılan iktidarın bu ülkenin başında olma şansı giderek azalıyor. Toplumsal desteğini yitirerek rıza üretmek için elinde tek sopası kalmış bir iktidar var. “Asla gitmezler” teorisi bu anlamda tarihin akışına uygun değil ancak herhangi bir siyasi parti gibi şapkalarını alıp gideceklerini düşünmek de inandırıcı olmaz. Burada asıl mesele iktidarın yerleşmiş ideolojik ve kültürel kalıplarıyla uzun süreli bir mücadeleye hazır olmaktır. Bu mücadele daha “yumuşak” bir muhafazakarlıkla ve daha liberal bir piyasacılıkla sınırlı ise dinci faşizmin farklı veçhelerle döneceğini kestirmek zor değil. Eşitsizliklerin sürdüğü, emek yanlısı değil sermaye yanlısı politikaların işlediği, aydınlanmanın kökleşmediği, özgürlüklerin güvence altına alınmadığı bir toplumda yeni Frankeştaynların doğuşu kaçınılmaz. Öyleyse başka türlü bir şey olmalı bizim istediğimiz!

Basit gözüken bir konu… Gelecekte dijital platformlara bakışımız ne olacak? Şu an için Ahaber zulmün karşı hoş vakit geçirebildiğimiz bir nefes imkânı olarak görülen ve hepimizin kullandığı bu platformlar göründükleri kadar masum mudur? Bu platformlar şu anki baskı ortamında hem senaristlere hem izleyicilere bir nefes alma imkânı sunuyor olsa da sermaye yapısı, kullanıcı tercihlerini manipüle eden yazılımları, daha çok platformun içinde kalmamız için hep benzer ürünleri sunan görsel tasarımları düşünüldüğünde pek de masum sayılmazlar. AKP’nin, “farklı yaşamlar görürler, bize oy vermezler” düşüncesiyle hareket ederek, gençleri bir fanus içinde tutma stratejisi bu platformların kapatılma tartışmasını da beraberinde getirdi. Bu gerici, baskıcı anlayışa ister istemez bir tepki vermek, insanların kültürel tercihlerine böyle bir müdahaleyi kabul etmemek doğal bir savunma çizgisiydi. Bu savunmayı güçlendirirken, kültürel alanda yeni bir tekelleşmenin önünü açacak olan tehlikeyi de görüp, daha bağımsız platformları nasıl kurabileceğimizi düşünmemiz gerekiyor. Medya alanındaki tekelleşmeyi kıran bağımsız gazete ve televizyonlar gibi, bağımsız dijital platformlara da ihtiyacımız olacak. Piyasa mekanizmasının belirlediği ve bir süre sonra kapitalizmin doğal yasaları gereği tekelleşmeye yol açan sektörler kültür alanının yegâne alanları olduğu müddetçe özgür düşünceden bahsetmek kolay olmayacak. Buna dair herhangi bir tartışma muhalif kesimlerde dahi görebiliyor muyuz?

Bir diğer mesele özgür düşüncenin yayılması… Muhafazakâr sınırlarla çizilmiş bir dünyada “muhalefetin” de aynı dünyanın içinden seslendiğini görüyoruz. AKP-Saray rejiminin “kültür alanında başarılı olamadık” serzenişi haklı ama muhalefet karşı kültür oluşturmada ne kadar başarılı oldu bu da ayrı bir tartışma konusu. Kültür halkın içinden gelişir ama kalıpları kırmayı da gerektirir. AKP’nin başarısızlığının en önemli nedenlerden birisinin halktan kopukluk olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü kültür de örgütlenen bir şey. İkinci neden de kuşkusuz İslamcılığın kendi içerisindeki varoluşsal sorun: Dogma ve hurafe. Bu iki nedeni başarısızlık parametreleri olarak ortaya koyarsak karşısındakinin başarılı olması için özgür düşünen sanatçıların desteklenmesi, bu kesimlerin halkla buluşacağı alanların açılması gibi gereklilikler var. “Aman muhafazakârlar ürkmesinler” diyerek her ilerici düşünceden korkan özünde milliyetçi mukaddesatçı bir muhalefet dili. Geçtiğimiz günlerde yeniden andığımız büyük usta Aziz Nesin bugün yaşıyor olsa pek çok muhalif mecrada kendisini görmek pek mümkün olmayabilirdi. Çünkü oy alınacak bir kesimi ürkütecekti! O zaman kültür inşası nasıl olacak?

Mahallelerde, köylerde küçük küçük de olsa kültür evlerinin açılmasıyla, kültürün yayılmasıyla ilgili de önemli çalışmalara ihtiyaç var. Yerel yönetimlerin bu konuda olumlu çabaları olsa da yeterli mi? Buna dair devrimcilerin kültür evlerini, aydınlanmaya yönelik çalışmalarını önemsiyor ve destekliyorum. Sol Kültür açılışlarının ya da etkinliklerinin hepsine vaktim olduğunca katılmaya çalışıyorum.

Yarının kültürünü, sanatını, edebiyatını konuşacaksak bugün ne yaptığımızı daha fazla düşünmek durumundayız. Yarın bugünün içinde gizlenmiş vaziyettedir. Kabuğumuzun içinde büyüyüp serpilir. Sonunda kabuğu kırmak zahmetlidir ama esas önemli olan içinden çıkanın hepimizi mutlu etmesidir.