Dışarıdan içeriye mektuplar: Kıymet…
Giderken her türlü felaketi gerçekleştirme olasılıkları olsa da lüks arabalara binenin, yurtdışına para istifleyenin davasıyla açlıkla sınananın davası bir değildir. Her metanın olduğu gibi üretilen yalanın da alıcısının bir sınırı vardır.
Sevgili dostlarım,
Gazetemizde bu mektupları yazan diğer arkadaşlarımda da olduğunu düşündüğüm bir mahcubiyeti ziyadesiyle taşıyorum. Bunun nedeni aynı mücadelenin birer parçası olmamıza rağmen, bu mücadelenin bedelinin hukuksuz bir biçimde üzerinize yıkılmış olmasıdır. Bu mahcubiyetin utanca dönmemesi için de dışarıda bu karanlık siyasal ortamın değişmesi için mücadele veriyoruz. Sizlerin dik duruşunun dışarıdaki insanlarda yarattığı olumlu havayı anlatmaya benim sözcüklerim yetmeyecektir. Sizlerin bunu bildiğini, hissettiğini düşünüyorum.
Son günlerde tıpkı Gezi davasında, Kavala davasında, Kaftancıoğlu ve Demirtaş davalarında olduğu gibi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’na siyaset yasağı ve hapis cezası getirerek intikam hırsıyla nasıl gözünün döndüğünü tüm Türkiye’ye gösterdi. Ben burada herhangi bir komplo aramıyorum. Bazen gerçekler tam da göründüğü gibidir. Kaybetmemek için kendisine sorun yaratabilecek herkesi ortadan kaldırma potansiyeline sahip bir gözü dönmüşlük söz konusu. Sonsuza kadar iktidarda kalmayı kendisine hak gören ve bunun bir dava olduğunu düşünen bir inanç sistemiyle suça battığı için koltuğu terk edemeyen bir dünyeviliğin birleşiminden bahsediyorum. Asla uzun vadeli düşünemeyecek bir göz kararmasıdır bu. O anki çıkarı neyse onu yapar ve bu da onu hata yapmaya zorlar. Bu nasıl olur, çok saçma, diye düşündüğümüz pek çok şey aslında anlık korkular ve hırslarla gerçekleştirilen tekinsiz eylemlerdir. Oysa bir insan çamura batmaya başladığında her debelendiği an onun daha fazla dibe gömülmesine neden olacaktır.
İflah olmaz bir umut elçisi, pembe gözlük imalatçısı, insanları iyi hissettirmeye kendini adamış sevgi yumağı tuhafiyecisi değilim. Gördüklerimi söylüyorum sadece. Karanlık uzun sürdü diye güneşin kendiliğinden doğmayacağını ve doğurulması gerektiğini bilerek... Çok büyük hatalar yapılmadıkça, aslında çok da zor olmayan bir değişim sürecine giriyoruz. Kitlesinde aşınma başladığında bir süre sonra kopuşların parça parça olduğu, bunun için basit bir rüzgârın bile yeterli olduğu iktidarları dünyada çok gördük. Giderken her türlü felaketi gerçekleştirme olasılıkları olsa da lüks arabalara binenin, yurtdışına para istifleyenin davasıyla açlıkla sınananın davası bir değildir. Her metanın olduğu gibi üretilen yalanın da alıcısının bir sınırı vardır.
Seçim yaklaşırken insanların bu hayhuy arasında içerideki dostlarımızı unutmasına izin vermeyeceğimize emin olun. Ne yaparsak birlikte, içeride dışarıda… Sizler böyle dik durdukça, bizler üzerimize düşenin daha fazlasını yapma arzusuyla bileniyoruz. Toplum sizlerin duruluğunu gördükçe, bugüne kadar kafalarındaki bize yönelik önyargıları dağılıyor. İşte bir şeyler güzel olacaksa da böyle böyle oluyor.
Son günlerde insanlar arasında son 20 yılın muhakemesi sık sık yapılır oldu. O konuşmalarda genelde “bu kötülüğün, bu iktidarın bize öğrettiği” gibi bir giriş de yapılıyor. Pek çok şeyi keşfetmemizi sağlayan şeyler yaşadık, yaşıyoruz. Çoğu zaman küçümseyerek baktığımız değerlerin önemini biraz geç keşfediyoruz. Hazır bulduğumuz kazanımları kaybettiğimizde başımıza nelerin gelebileceğini her geçen gün daha iyi yaşıyoruz. Laiklik, demokrasi, cumhuriyet, hukuk, gazetecilik ve daha birçok şey…
Ama benim bu süreçte kendime dönüp baktığımda, öğrendiğim en önemli şey, birbirimize kıymet vermek oldu. Biz birbirimizin kıymetini çok geç anladık arkadaşlarım! Hayat bize bunu bir kez daha unutturmasın da, hatırlatmasın da…
Sevgi ve özlemle…