Bir karikatür gördüm dün. Bir saray var. Sonradan olma bir saray. Bir anda yerden yükselmiş, bir ormanın içinde. İtibarı lüksten, şatafattan, oda sayısından gelen bir saray. Bir merdiven var sonra. Merdivenin iki yanına ilkokulda tarih kitaplarında gördüğümüz, bayraklarını ezberlediğimiz Büyük Türk Devletlerinin askerleri dizilmiş. İnsanın gözleri doğrudan Kartal Tibet’i yani Tarkan’ı arıyor orada mı diye? Birini benzettim içlerinden. Atıl kurt diyesim var.

Sonra bir devlet büyüğümüz var. O iniyor merdivenlerden. Öyle çizmişler. Saçma ama öyle. Neyse tebessüm ediyorum fark etmeden. Halbuki bir karikatüre gülecek zamanda değiliz. Kurşunlanmış çünkü içimizdeki mizah. İnsanlığımız kanamış. Paris’te öyle kalakalmışız işte. Charlie Hebdo dergisi baskını mizahın yası. Sonra diyorum inadına gülümsemeli.

Sonra anlıyorum ki bir karikatür değilmiş bu görüntü. Ortada çizim falan yok. Her şey gerçek. Merdiven gerçek. Saray gerçek. Devlet büyüğümüz gerçek. Bir tek bu tarihin sayfalarından çıkıp gelmiş kötü donanımlı askerlerin gerçekliği şüpheli.

Bu ülkenin çivisi çıktı onu biliyoruz da, çıkan çivinin bir de yere düşüş süreci var sonra pek tabi düşerken çıkaracağı ses. Acaba hangi aşamadayız. Gerçekten bir ses duyacak mıyız, onu bilmiyorum.

Birileri belli ki harikalar diyarında yaşıyor. Birden bir tavşan çıksa karşımıza peşinden gideceğiz hep beraber.

Ne güzel çocuk olası gelir insanın.

Tabi bir de gerçeklerimiz var. Masal diyarının ardındaki gerçekler.

Geç gelen kış belli ki çetin geçecek. Soğuktan ölen insanların haberleri geliyor. Gıda fiyatları almış başını gitmiş. Asgari ücret barınamama, ısınamama, sağlıklı beslenememe, insanca yaşayamama ücreti olarak belirlenmiş. İşçiler örgütsüz. İş cinayetlerine her gün en az 5-6 kişiyi kaybediyoruz. Borçlar boğaza kadar. Herkes bir ses bekliyor, bir kıvılcım.

Ülkü Tamer’in Yenidoğan şiirinde betimlediği gibi yoksul semtler; evler dağları sırtlanmış korumak için kendilerini çaresizlikten, ocaklar yeryüzünün çamurunu yakıyor.

Umut direniş çadırlarının önünde tütüyor. Zet Farma, Maltepe Üniversitesi, Bedaş, Ülker, ICF, Mersin Belediyesi, SÜTAŞ, UETAŞ işçileri direniyor.

Bu süreçte metal sektöründe 41 işyerinde 15 bin işçi adına Birleşik Metal Sendikası grev kararı aldı. Heyecan büyük. Kavga büyük.

Türkiye’de sınıf mücadelesinin tarihsel çatışma alanıdır metal sektörü. 1977-1980’li yıllar MESS grevleri ile anılır. Büyük Grev ile anılır.

Uzun çalışma sürelerine, düşük ücret dayatmalarına, sarı sendika baskısına karşı hesaplaşma zamanı geliyor. Gebze’de, Bursa’da, Kocaeli’nde, Trakya’da, Mersin’de, Eskişehir’de, Bilecik’te, İzmir’de, Manisa’da, Konya’da, İstanbul’da, Sakarya’da pek çok ilde dayanışma vaktidir. Çünkü metal işçisi kazanırsa hepimiz kazanacağız! Kaybederse düş perdesinin önündeki temsil devam edecek.

Herkesin direniş için yapabileceği bir şey mutlaka var.

Düş perdesini kaldırmanın zamanıdır çünkü.

“Üstümüze keder çiseliyordu çünkü/saçak altlarına sığınıyordu çocuklar/her evin eşiğinde sessizlik vardı/ o sessizliğin marşını öğret bana/ gizli bir pınar gibi toprak altıda akan/ ama bütün kıtaları dolaşan marşı” (Ülkü Tamer-Yenidoğan)