Kumsaldayım, katı olanla akışkan olanın karşılaştığı ve akışkan olanın katı olanı durmadan aşındırdığı yerde. Kumların üzerinde kaskatı uzanıyorum, kıyıya vurmuş bir atık gibi. Ne güneş içime işliyor ne de dalgalar bedenimi aşındırıyor. İnsan, doğanın aşındırıcı kuvvetlerine dayanıklı bir form; doğada parçalanmayan atık bir madde. Üstelik ulaştığı her yeri, dokunduğu her şeyi hızla tüketip atığa çevirebiliyor. 15. yüzyılda tanrı tarafından merkeze atandığından beri her şey insanın etrafında dönüyor: “Dünyada olup biteni daha iyi gözlemleyesin diye seni dünyanın merkezine koydum” (Della Mirandola, İnsanın Onuru Üzerine). Dünyanın merkezine yerleşmiş insan gözlemlemekle de yetinmiyor, gördüklerini, hayallerini yazıyor ve paylaşıyor. Ve paylaştıkça yeryüzünün yıkımı daha da hızlanıyor. Issız bir kumsaldayım, yapayalnız. Fakat doğada asla parçalanmayan bir atık olduğumun, bir parçası olduğum bütünü her yere taşıdığımın farkındayım. Madem durduğum her yer merkez ve etrafta olup biten her şeyi görebiliyorum, “ben buradayım” demek, kendimi ifade etmek için yazmalıyım da. Diyelim ki yazıyorum, bulunduğum yerin ıssız, bir o kadar da büyüleyici doğasını yazdıkça ıssız ve yabani kumsal estetik bir manzaraya dönüşüyor. Yazdıklarımı bir yayınevi bulup yayınlatıyorum. Sonra başkaları da geliyor, onlar da yazıyor. Çok geçmeden ıssız kumsalın önce meraklılar tarafından işgal edileceğini, ardından da kamusalın aktörlerin kullanımına ve turizme açılacağını biliyorum. Sonrası malum.

Cevat Şakir Kabaağaçlı da merkezden dışlanmış bir atık olarak bir kıyı kasabasına, Bodrum’a sürgüne gönderilir. Bir özne olarak yazmadan edemezdi, yazdı da. Yere dair mevcut söylenceleri birbirine ekleyerek kendi söylencesini yarattı ve Halikarnas Balıkçısına dönüştü. Sadece kendini dönüştürmüş olsaydı sorun değildi; Bodrum da bir sürgün yerinden bir tüketim cehennemine dönüştü. Bir insan kendini gerçekleştirirken yaşadığı ortamı bir yıkımın eşiğine getireceğini nereden bilebilir ki? Bir sorumlu varsa o da tanrının Rönesans’ta insana yüklediği hümanist fıtrat sürümüdür: “Kendinin yaratıcısı ve biçimlendiricisi olarak bu konuda tamamen özgürsün, kendine istediğin şekli verebilirsin.” İnsan ait olduğu bütünden kovulsa bile bütünü her yere taşıyor ve kendini istediği şekle sokarken bulunduğu ortamı da geldiği yere çeviriyor. 18. yüzyılda Romantik yazarlar da ıssız ve yabani doğayla kurdukları otantik ilişkiler sayesinde kendilerini biçimlendirmiş ve yabani yerlere dair yer söylenceleri üretmişlerdi. Ve söylenceler metropollerdeki kalabalıkları cezbettikçe ıssız ve yabani doğa parçaları çok geçmeden kalabalıklar tarafından işgal edildi ve her biri tüketim cehennemine dönüştü. 

***

“Toplumsal hareketler bazen öyle noktalara gelebiliyor ki insan kafasının içindeki toplumla yaşadığı ortamı pek bağdaştıramıyor. Benim de kafamın içinde bir toplum var, erdeme, evrenin ve insanlığın iyiliğine, güzelliğine yönelmiş bir toplum yapısı bu”; Bülent Ortaçgil ile Çekirdek Sanat Evi’nde verdikleri konserin kaydında Fikret Kızılok’un Egoist Kumsal şarkısı öncesi söyledikleri. Katılmamak mümkün mü? Yürekten katılıyorum, benim de kafamın içinde bir toplum var ve yaşadığım ortamdan sıdkım sıyrıldı ve ıssız kumsala kaçıyorum, tabii mecburen kafamın içindeki toplumu da kumsala taşıyorum. “Buna biraz da kaçış şarkısı diyebiliyorum, şarkımızın adı Egoist Kumsal, kayıtta mıyız?” Kayıttayız, bayağı kalabalığız, ıssız kumsalda kafamın içindeki kalabalığın konuşmalarını defterime kaydediyorum. Issız kumsal giderek kalabalıklarla doluyor ve sonunda görünmez oluyor. Geriye insanın merkezde olduğu estetik bir manzara kalıyor. Ve manzara başkalarını da kendine çektikçe kumsal, kaçtığım merkeze tıpatıp benzemeye başlıyor. 

***

Katı olan ile akışkan olanın buluştuğu, akışkan olanın katı olanı aşındırdığı yerdeyim. Dalgaların kumları durmadan yerinden ettiği ve yeniden yerleştirdiği bitimsiz bir süreçteyim. Fakat hiçbir kuvvet beni ne aşındırabilir ne de yerimden edebilir. Merkez dayanıklı mamuller, katı ve yerleşik formlar üretiyor.  Ve formlar gittikleri yerlerde, kaçtıkları merkezin tıpatıp aynısını yeniden üretme kabiliyetindedir. Kıyılar, iktidarın icat ettiği insan denilen beton bloklarla dolduruluyor. Farkında mıyız?