Yıllardır “ehven-i şer” demekten bezmiş bir seçmendir Türkiye’deki. Esasta pek “demokratik” olmayan “temsili demokrasinin” açmazları ülkemizde bir türlü giderilemediğinden, uzun müddet “oyum boşa gitmesin” diyerekten içine sinmeyen partilere ya da isimlere oy vermek zorunda kalmıştır. 1965’te, yalnızca bir kere uygulanan Milli Bakiye sistemi bu açmazın en azından kısmen aşılabileceğine dair bir emare göstermişse de yükselen “komünizm korkusuyla” derhal tedavülden kaldırılmış, ithal D’Hont sisteminin çeşitli versiyonlarının uygulanmasıyla “daha az temsil, daha çok istikrar” ilkesi bunun dışındaki tüm seçimlere damga vurmuştur.

Temsil konusunda yaşanan bu tenakus 12 Eylül cuntacılarının dikte ettiği seçim barajıyla daha da katmerlenirken, yıllarca yüzde 10 seviyesinde tutulan barajla en başta Kürtlerin, yanı sıra “marjinal” diye adlandırılan sosyalistlerin “TBMM ulviliğini” kirletmesi engellemeye çalışılmıştı. Fakat 7 Haziran 2015’te bu dışlanmış kesimlerin tam desteğini alan HDP barajı geçerek o çelik kapıyı omuzlamayı başarmıştı. O sıralar seçimi iptal ettirip memleketi yangın yerine çeviren AKP kadroları “terör de terör” diyerek 4 Kasım’da iktidarlarını tahkim etmişse bile HDP de yeniden barajı geçmeyi başarmıştı. O vakit “kıyamete kadar AKP iktidarı” diye naralar atan Davutoğlu daha sonra Erdoğan’ın mutlak egemenliği adına görevden azledildiğinde ise “tek adam rejimi” fiilen başlamış oldu. Akabinde, malum “Allah’ın lütfunun” yarattığı korku ortamında ve OHAL yönetiminde yapılan şaibeli bir referandumla getirilen başkanlık sisteminde, farklı partiler aralarında ittifaklar kurarak baraj sorununu kısmen aşabilmeye başlasa da artık parlamentonun hükmünün fazlasıyla zayıflatıldığı görüldü. En son barajın -sırf MHP geçebilsin diye- yüzde 7’ye düşürülmesi de o dillere pelesenk “demokrasi” namına pek bir anlam ifade etmiyordu bu yüzden.

***

14 Mayıs seçimlerinin milletvekili aday listeleri geçtiğimiz günlerde belirlendi. Kuşkusuz, Cumhurbaşkanlığı seçimi kadar olmasa da seçmenler için oy vermek istedikleri partilerin aday gösterdikleri isimler de önemli. Gelgelelim malum “ehveni-şer” artık bu ülkenin seçim tarihinin içine işlediğinden midir nedir, baraj sorunu olmayan partiler dahi milletvekili sayısını artırmak için ittifaklar halinde seçime girerken, mecliste yer alacağı düşünülen üç ittifakın da aday gösterdiği listeler evvela kendi seçmenleri tarafından şaşkınlıkla karşılandı.

Geçmişte eli rahat olsa da bu seçimde gerçekten çok sıkışmış olan Cumhur İttifakında Hüda-Par gerilimi nedeniyle MHP’nin ayrı listeyle seçime girmesinden, Ö. Zengin ile Z. Yapıcıoğlu gibi iki isimin aynı bölgeden aday gösterilmesine kadar pek çok çelişki mevcut. Üstelik bunu gören kimi RP’liler de yobazca söylevlerini bu sefer AKP’li kadınlara çevirerek kendilerine AKP’den oy devşirmeye çalışıyor.

Millet İttifakı’nda ise ortak listeler en çok kemikleşmiş CHP seçmenini rahatsız ediyor. Zaten mozaik bir yapısı olan ittifakta CHP ile İYİ parti “fermuar” tekniğiyle yerel pürüzleri aşabilse de, diğer dört partinin adaylarının CHP listelerinden seçime girmesi onlar için fazladan verilmiş bir ödün gibi. Üstelik bu listelerde geçmişte AKP’de bakanlık yapmış olan Kavaf’tan tutun da S. Ergin, S. Silkin gibi isimler yer alıyor.

Haliyle TİP de bu durumun ortaya çıkardığı küskün CHP’lilerin oyuna talip olduğundan YSP ortak listesinden aday göstermeye razı olmadı. Ancak Emek ve Özgürlük ittifakının asıl sorununu TİP’in bu tutumundan ziyade YSP listesinde bulunan H. Cemal, C. Çandar gibi isimler oluşturuyor. Bunların AKP’nin “pişmanî redcileri” olması seçmen tarafından tenkit ediliyor. Yanı sıra YSP’nin liberal ya da “yetmez ama evet” diyen adaylar göstermesini eleştiren kimi “solcular” da mevcut. Fakat bu eleştiri anlamsız; zira 2010 referandumunu boykot edip “dolaylı evet” diyen bir siyasi parti için bunun bir çelişki olduğu söylenemez. Ama TİP’in ortak listeye sıcak bakmayışını gayet haklı çıkarıyor bu vaziyet. Öte yandan TİP’in de aday gösterdiği kimi şöhretli simalar vaat ettiği “sosyalist” siyaseti icra edebilir mi bilinmez; lakin geçmişte “yetmez ama evet” diyen Sezen Aksu’nun -küçük burjuva bireysel özgürlük temasına yaslanarak- “rabbine” dua ettiği “Karşıyım” şarkısının TİP’in siyasal kimliğini ifade edemediği kesin.

***

Tüm bunların solunda ise Sosyalist Güç Birliği duruyor. Kendi öz gücüne yaslanan, ilkelerinden ödün vermeyen bir sosyalist hattın terk edilmemesi gerektiği konusunda hem fikir olan TKP, TKH ile aday listelerinde tüm öncelikleri kadınlara veren SOL Parti’den oluşuyor. Malum seçim barajını pek umursamıyor, çünkü “tek adam rejimi” tasfiye edilmeden parlamentonun pek bir anlam ifade etmediğini bilen ittifak üyeleri daha uzun soluklu bir programı uyguluyorlar.

Nitekim yekpare iktidarını tesis eden Erdoğan için de parlamentonun ve yapılan seçimlerin asıl işlevi, onun diktatörlüğüne demokrasi makyajı yapılmasından başka bir şey değil. Bu sayede Türkiye Batılı emperyalist blokun normatif yapısına sahip, güvenli bir “pazar” olarak dünya sistemindeki yerini korurken o da yanındaki tarikatlarla istediği gibi at oynatıyor. Yalnız ilk defa kaybetme ihtimali var. Bu nedenle elindeki tüm gücüyle muhalefeti ve muhalifleri caydırmaya çalışıyor. Demirtaş’a hapis, HDP’ye kayyumlar, kapatma, YSK’ya yeni atamalar, İmamoğlu’na siyasi yasak vesaire derken son hamlesi de HDP’lileri sandık kurullarından çıkararak yerine MHP ve Vatan Partili üyeleri koymak. Taarruzu bitmek bilmiyor, başkanlık sisteminin sunduğu tüm olanakları kendi çıkarı için kullanıyor. İşte bu nedenle bu seçim tek adam sisteminin oylandığı bir “referanduma” benzetiliyor. Haliyle en asli vaadi başkanlık sisteminin ilgası ve seçim barajının yüzde 3’e düşürülmesi olan Kılıçdaroğlu muhalefetin ortak adayı haline geliyor. Onca çelişkiyi bünyesinde barındıran ittifakların bu celsede onu desteklemesi bu nedenle bir çelişki olmaktan çıkıyor. Bir daha “ehven-i şer” dememek için, belki de tüm muhalefet son kez “ehven-i şer” diyor.