Şubat 2001’de Floransa’daki evinde, Fiorentina’dan istifa ettiği günün ertesinde CNN Türk ekranlarında istifa sebebini açıklarken, Mor Menekşeler’in sahibi, Cecchi Gori’den şikayet ediyordu Fatih Terim

Şubat 2001’de Floransa’daki evinde, Fiorentina’dan istifa ettiği günün ertesinde CNN Türk ekranlarında istifa sebebini açıklarken, Mor Menekşeler’in sahibi, Cecchi Gori’den şikayet ediyordu Fatih Terim. Hiçbir zaman yıldızı barışmamıştı, aynı zamanda film yapımcısı olan İtalyanla ve hatta kendisinden hoşlanmadığı yönünde dedikodular çıkan annesiyle. Sonradan gittiği Milan’da “herkesten ayrı bir sofrada yemek yiyen kodaman çete” tarafından ayağı kaydırıldı diyorlardı. Maldini, Costacurta, Inzaghi ve diğerleri. 2013 yılının ortalarına kadar hep mutlak gücün, rakibini küçümseyenlerin karşısında olup, “kaybetmek kolay, kazanmak olay” felsefesinin peşinden gitmişti. Galatasaray’ın unutulmaz maçlar DVD’sinde, UEFA Kupası zaferi sonrası hislerini açıklarken, “hem futbolcu hem teknik adam olarak ulusal takımda ve kulüp takımlarında yıllarca görev yapmış ve nerelerden nerelere gelindiğini en iyi bilenlerden birisiyim” diyordu. Böyle bir adam, bugünlerde nasıl politikalarıyla, açıklamalarıyla, federasyon başkanı olarak imza attığı her işle çapını belli eden bir adamın peşinden gidiyor, nasıl iktidarın kuyruğuna takılmakla ve yaptıklarıyla değil, birilerinin adamı olmaya çalışmakla meşgul güruhun içinde yer almaktan çekinmiyor, bunu aklım almıyor.

Galatasaray yönetimi geçen sezonun başlangıcında onu görevden alıp Roberto Mancini’yi getirdiğinde kayıtsız şartsız arkasında olan taraftarlar dahi Terim’i tanıyamıyor artık. Tanıyamıyorlar, çünkü Türkiye’de 4 yıllık bir plan-program çerçevesinde ülke futbol tarihinin en büyük başarısına imza atmış, kulübüyle olan sözleşmesine o meşhur “Avrupa kupası kazanılması halinde alınacak prim” maddesini katacak vizyona sahip bir adamın, yabancı sınırıyla ilgili kulüplerin itirazına, “Eğer Avrupa Birliği oyuncularına serbesti tanırsak yarın bir gün Müslüman futbolcular da gelip biz din kardeşiyiz biz de yabancıdan sayılmayalım der, bu işin sonu gelmez” zırvasıyla savunma yapacak vizyona sahip bir adamın peşinden gitmesini anlayamıyorlar. Tanıyamıyorlar çünkü, bir zamanlar sözlerinin arkasında duran adamın, 26 ay önce “Sezon bittiğinde konuşacak, her şeyi anlatacağım” sözünü yerine getirmek şöyle dursun, o konuşmayı yapmasına sebep olan kurumun bir “elemanı” olmasını kaldıramıyorlar. Onu tanıyabilen, destek gördüğü tek bir grup kaldı. İktidar karşısında takındığı tavrın aynısını, kendisine karşı takınanlar. Yani kendisine benzeyenler. Onun insani değerleri, haksızlığa karşı çıkmayı, masumun hakkını savunmayı, zalime tepki göstermeyi unutması gibi, bir futbol kulübü söz konusu olduğunda, şahısların, o kulübün üzerinde bir hata yapmayan, sorgulanmaz imparatorlar olduğunu değil, o kulübün tarihinin bir parçası olabileceğini unutanlar.

Fatih Terim, kendisini siyasi iktidara şirin gözükmek zorunda hissediyor olabilir. Halbuki, Türkiye’de, kendi mesleğini ve pozisyonunu kaybetmemek için, geçmişine, kabul ettiği değerlere ihanet eden onca insandan farklı olmayı seçecek statüsü ve fırsatları vardı elinde. Başbakan’ın yanında elleri önünde bağlı şekilde durmadığı için bu ülkedeki kapılar yüzüne kapanmaya başlasa, yurt dışında yoluna devam edebilecek lüksü de vardı.

Kariyerinin ilk 10 yılını Adana Demirspor’a verdi Fatih Terim. Bu düzenin bir parçası olma kararı verdiğinde edindiği özellikler yerine, Mavi Şimşeklerin kulüp kültüründeki ve geçmişindeki işlerden feyiz alsa insanların desteğini kazanabilirdi. İtalyanların sol cenahtaki takımı Livorno’yu, takımıyla karşılaşmak için Adana’ya getiren, eski kulüp başkanı, bugün aramızda olmayan Bekir Çınar’ın MHP Belediye Meclis Üyesi olduğu üzerine mesela neler düşünüyor öğrenmek isterdik.

*Osmanlı’da Divan Heyeti’nin padişah karşısında boyun eğmek ifadesi olarak takındıkları duruştan esinlenen ve günümüze kadar gelen deyim.