Almanya’da hükümet bir yandan önümüzdeki aylarda yaşanması muhtemel enerji sıkıntısını önleyebilmek için kısa vadeli çözümler arayışını sürürken, diğer yandan da orta ve uzun vadeli çözüm arayışları içinde.

Almanya’nın Kanada’yla kurmayı hedeflediği “gelecek için enerji ortaklığı” projesi de bu girişimlerden. İki ülkenin başbakanları Olaf Scholz ile Justin Trudeau ve ilgili bakanları Robert Habeck (Başbakan Yardımcısı, Ekonomi ve İklim Koruma Bakanı) ile Jonathan Wilkinson (Doğal Kaynaklar Bakanı) önceki gün imzaladıkları anlaşmayı “büyük şans” ve “ileriye doğru tarihi adım” olarak değerlendirdiler. Hedef enerji konusunda Rusya’ya muhtaç olan Almanya’yı rahatlatmak. Anlaşmaya göre Almanya, Kanada’dan sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) alacak. Kanada’da elde edilen doğalgazı iki kıta arasındaki okyanustan tanker gemileriyle nakledilmek için sıvılaştırmak üzere devasa tesislerin kurulması için ön hazırlıklar başlatıldı. Politikacıların açıklamalarına bakılırsa doğalgazdan LNG elde edilmesi sürecinde çevreye zarar veren enerji kaynaklarından değil, “yeşil enerji”den yararlanılacakmış. Yani rüzgâr enerjisinden... Böylece Almanya hükümeti çevre koruma konusundaki hedeflerinden sapmamış olacakmış.

Ancak Kanada’da söz konusu tesislerin yapılacağı bölgelerin sakinleri hiç de öyle düşünmüyor. Ancak Scholz’un ziyaretini “topraklarımız satılık değil, rüzgâr türbinlerine hayır, hayvanlarımızı koruyalım!” gibi sloganlarla protesto eden çevrecilerin sesi çok güçlü çıkmıyor. Doğalgazın sıvılaştırılması, nakliyesinden sonra da kullanılması için dağıtım ağlarına verilecek hale gelmesi için gerçekleştirilecek işlemlerin maliyetlerinin çok yüksek olacağına dair eleştiriler de konuyla ilgili yayınlarda ya hiç yer almıyor ya da satır aralarında geçiştiriliyor. Bir de bütün bu yeşil ya da yenilenebilir enerji açıklamalarının aslında “temenni”den ibaret olduğu, tesisler kurulduktan sonra üretici tarafın işin kolayına kaçıp, yine doğalgaz, petrol ya da kömür gibi çevreye çok zarar verdikleri bilinen kaynaklardan yararlanacağı ve bu durumu “mecburiyet” olarak açıklamayarak oldu bittiye getirebilecekleri olasılığı ise hiç gündemde değil.

Almanya, Rusya’yı Ukrayna’ya saldırdığı için cezalandırmak için yapımı savaşın başlamasından kısa bir süre önce tamamlanan 1230 km.’lik doğalgaz boru hattı “Kuzey Akım 2”yi hizmete açmaktan vazgeçmişti. Aslında sosyal demokratlar ve Hristiyan demokratların ağırlıkta olduğu geçmiş hükümetler döneminde varılan anlaşmalarla inşa edilen bu hat ve ondan önce hizmete girmiş olan “Kuzey Akım 1” boru hatları Almanya’nın enerji ihtiyacının büyük bir bölümünü karşılayabilir. Ancak bunun karşılığında Rusya’ya yapılan ya da yapılacak ödemelerin silah ve cephane olarak Ukrayna’ya yöneleceği dair eleştiriler, Almanya’nın Putin’in saldırganlığını finanse ettiği suçlamaları ya da daha önemlisi Putin’e olan güvensizlik nedeniyle bu konu hükümet partileri ve ana muhalefetin gündeminde değil.

ÖNCE KENDİ ÜLKEMİZ

Son haberlere göre kuruluşundan bu yana 10 yıl bile geçmemiş olmasına rağmen büyük bir hızla kitle partisi niteliği kazanan, bazı seçim bölgelerinde birinci parti konumuna gelen aşırı sağcı AfD (Almanya için Alternatif), önümüzdeki günlerde enerji fiyatlarına gelen zamları protesto için sokağa çıkmaya hazırlanıyor. “Darbe girişimcisi” ABD Başkanı Donald Trump’ın “önce Amerika” sloganını Almanya’ya uyarlayan AfD’nin “Önce kendi ülkemiz!” (Unser Land Zuerst) sloganıyla sürdüreceği kampanyada Rusya’dan direkt doğal gaz nakletmek hedefiyle inşa edilen “Kuzey Akım 2” hattının açılmasını talep edeceği biliniyor. Yoğun propagandaya rağmen Almanya’da halkın büyük bölümü halen Rusya’yla doğrudan çatışmaya neden olabilecek politikalara karşı. Yaşanan ekonomik krizin “düzen partilerinin” yanlış politikaları, Rusya’ya yönelik “ekonomik savaş”ın bir sonucu olduğunu savunan aşırı sağcı demagoglar planlanan bu protesto eylemlerinde sadece aşırı sağcı ve faşistleri değil, önce pandemi, enflasyonun altında ezilen dar gelirli, apolitik ya da gidişattan memnun olmayan halk kitlelerini de harekete geçirebilir. İronik bir durum ama. Geçmişte “Rus tehlikesi”ni suiistimal ederek güçlenen Alman faşizmi, şimdi “Rusya’yla işbirliği”ni savunarak güçlenebilir. Tarih şu ya da bu nedenle faşizmin kendi tarafına çektiği kitlelerin bu etkiden kurtarılmasının ne kadar zor olduğunu gösteren örneklerle dolu.

Sonuç itibarıyla savaş nedeniyle Almanya’daki, tabii sadece Almanya’da değil tüm Avrupa’daki –oralarda da benzer gelişmeler gözleniyor- çoğulcu demokratik sistem de tehlikeli bir geleceğe doğru ilerliyor.

ÇÖZÜM BARIŞTA

Çözüm var aslında. Bir an önce Avrupa’nın doğusundaki bu yıkıcı savaşta ateşkese gidilmesi, savaşın gerçek taraflarının yani ABD ve Rusya’nın, tabii bu arada Ukrayna’nın da, diplomasiyle çözüm yolu arayışına girmesi. Ya da yıllar önce tüm tarafların imzaladığı Minsk Anlaşması’nın yeniden işletilmesi.

Ancak savaşın başlamasının altıncı ayına denk gelen önceki gün hem Kiev’den, hem de müttefiki ülkelerin başkentlerinden yapılan açıklamalarda savaşın “zafer”e kadar –ki bu zafer tanımı Kırım’ın da Ukrayna tarafından ele geçirilmesini içeriyor– devam edeceği belirtiliyordu.

Bir çözüm yolu daha var: Savaşa karşı olanların seslerini yükseltmesi. Ancak onların önemli bir bölümü “Putin taraftarı” damgası yememek için sessizliği tercih ediyor.