Ferguson Amerika Birleşik Devletleri’nin Missouri eyaletinde küçük bir kasaba. Bu kasaba silahsız siyahi bir gencin polis tarafından öldürülmesiyle başlayan halk ayaklanması ile ismini duyurdu. Ağustos ayı Michael Brown isimli bu gencin öldürülmesine tepkilerin ABD genelinde kitlesel gösterilere neden olduğu bir aydı. Geçen gün Missouri eyaletinde büyük jüri Brown’u öldüren polis hakkında dava açılmasına gerek olmadığına hükmetti. Haber ajansları 12 kişilik jüride 3 üyenin siyah, dokuzunun beyaz olduğunu geçiyordu. Yargılanma kararı için 9 üyenin oyu gerekiyordu.

ABD ırk ayrımcılığı üzerine kurulu tarihinin bıraktığı mirasın etkisinden kurtulamıyor. İnsanlık için utanç belgeleri biriktirmeye devam ediyor.

O jüride yargılamaya hayır diyen bir beyaz olmak nasıl bir şeydir hiç düşündünüz mü? Nasıl bir ruh hali ile bir insan bu cinayeti aklamak anlamına gelen bu kararı onaylar? Neyi ispat etmiş olur bu davranışı ile?

Ben o jüri üyelerinden birini tanıyorum. Geçen gün bir televizyon kanalında gördüm onu. Yüzüne bakınca hemen anladım o olduğunu. Soğukkanlılıkla insanların eşit olmadığından bahsediyordu. Herkes yerini bilmeliydi. Herkes rolünü oynamalıydı. İşçi ölüyorsa bu onun fıtratıydı. Birileri ayak birileri baştı. Bu da onların fıtratıydı. Birileri sarayda birileri sokakta yatardı. Bu doğaldı. Zaten ayaklar baş olursa kıyamet kopardı. Kadınlar erkeklerle eşit olamazdı. Fıtratları buna aykırıydı. Kadın öldürülüyorsa kendisine biçilen role uygun davranmadığındandı. “Kundak bezi ile belirlenmeliydi herkesin yeri”. Hem beş parmağın beşi bir olur muydu?

Yüzüne baktım. O kadar çoktu ki. Sokağa çıktığımda daha iyi anladım ne kadar çok olduğunu. Ondan olanların hepsi aynı soğuk yüz ifadesi ile bakıyordu. Yorumları aynıydı. Kafa yapıları aynı.

ÖLÜMÜMÜZ FITRAT MESELESİ

Dün bir işçi öldü. Aslında ölmedi. Öldürüldü. Onu ölüme gönderdiler. Yaptığı iş için hiçbir tedbir almamışlardı. Ölebilirdi fıtratıydı. Sorun yoktu.

Dün bir kadın öldürüldü. Bedeni üzerinde kurulmaya çalışılan iktidarı reddetmişti. Sokak ortasında çocuklarının gözü önündeydi. 3. sayfa haberi olarak geçti kayıtlara.

Dün bir Kürt işçi öldürüldü linç edilerek. Sonra Suriyeli bir göçmen işçi katledildi. Almanya’da bir Türk işçinin evini yaktılar sonra. Çoluk çocuk demeden bomba yağdırdılar insanların üzerine kaçakçı diye sınırda. Bunları yapanların hepsinde aynı soğuk yüz ifadesi vardı.

Yüzleri bir belgeydi. İnsanlık adına, hepimiz adına utancın belgesi.

CİNSİYETÇİLİK DE İNSANLIK SUÇU

Cinsiyetçilik de ırkçılık kadar büyük bir insanlık suçu. Bir insana cinsiyetinden dolayı farklı muamele etmekle, renginden, dilinden, dininden dolayı farklı muamele etmek arasında ne fark olabilir ki. Ayrımcılığın en temel birimidir cinsiyetçilik.

Antik Yunan’da cinsiyetçiliğe gerekçe kazandırmak için vücut ısısı temel alınırmış. Hamileliliğin başlarında rahimde iyi ısınan ceninlerin erkek, bu ilk ısıdan yoksun kalanların da kız olacağı inancı hâkimmiş. Hipokrates hem menide hem de vajinal sıvılarda biri zayıf diğeri güçlü iki cins sperm bulunduğunu düşünürmüş: “eğer iki partner de güçlü sperm üretirse çocuk erkek olur; eğer ikisi de zayıf sperm üretirse çocuk kız olur; yok eğer birinde savaşı zayıf, öbüründe de güçlü sperm kazanırsa, o zaman doğan çocuğun cinsiyeti üretilen spermin miktarıyla belirlenir.”

Kadınlar soğuk kanlı oldukları iddiasıyla toplumsal hayattan dışlanırmış.

Geçen hafta DİSK-AR’ın istihdam raporundan, kadınların işgücü piyasalarında karşılaştıkları problemlerden bahsetmiştim. İşsizlik, istihdam, kayıtdışılık, güvencesizlik nereden baksanız işgücü piyasası eşitsizliklerle dolu.

Bana ahlaksızlık nedir diye sorsalar, kendine hak görüp başkalarına hak görmediğin şeydir derim. Başkasının üzerine kurduğun tahakkümdür ahlaksızlık. Ahlaksızlık ayrımcılığın davranışlardaki yansımasıdır.