İngiltere’de bir futbolseversin. Koyu bir Arsenal taraftarısın ama gün kulüpçülük günü değil. Baksana, bütün arkadaşların ulusal takımın renklerine bürünmüş. Gün Arsenal, Tottenham, Liverpool, Chelsea, United, City, Millwall, Leeds günü değil, gün ulusal takımı destekleme günü. Evlerin pencerelerinden, pubların kapılarından, arabalardan sarkıyor “Come On England” flamaları. Genci yaşlısı tüm ülke tek yürek olmuş, takımına şans diliyor. Baksana, küçücük çocuklar bile giymişler milli takım formalarını. 1966’dan beri kupa kazanamamış takımın, 1968 senesinde üçüncülüğünü, 1996’da da yarı finalleri görmüşlüğün var ama hepsi o.

“Bu sefer farklı olacak” diyorsun. İnanıyorsun. Aslında şanslısın. En kötüsünden, her turnuvada takımını izleme fırsatı buluyorsun. Bir futbol şöleninde daha ülkeyi o çok sevilen oyunun heyecanı sararken, forvette Andy Carroll-Wayne Rooney ikilisine güveniyorsun. Ulusal takımının formasını giyen futbolcular ülkeni o ışıl ışıl platformda gururla temsil ederken, o kupayı hiç kazanamamış bile olsan, futbol ülkesi olduğunu bir kez daha hatırlıyorsun…

Almanya’da bir futbolseversin. Koyu bir Schalke taraftarısın ama gün takım günü değil. Baksana, bütün arkadaşların “Panzerlerin” renklerine bürünmüş. Bir turnuvanın daha favorileri arasında gösteriliyor ulusal takımın. 1972, 1980, 1996 turnuvalarında kazandığın kupayı bir kez daha ülkende görmek istiyorsun. FIFA sıralamasında 2. sıradasın. Gary Lineker’in turnuvalara dair söylediği sözler geliyor aklına, gülümsüyorsun: “Futbol basit bir oyundur. 22 futbolcu 90 dakika topun peşinde koşar ve sonunda mutlaka Almanlar kazanır!”

Hollanda’da bir futbolseversin. Koyu bir AZ Alkmaar taraftarısın ama şimdi onun sırası değil. Baksana, ülke portakal renklerine bürünmüş. FIFA sıralamasında 4. sırada Ulusal takımın, 1988 senesinde kazanılan kupayı bir kez daha ülkende görmek istiyorsun. Tüm dünyanın gözü Klaas-Jan Huntelaar, Robin Van Persie ve Arjen Robben’in üzerinde olacak, biliyorsun. Nüfusu 16 milyon olan bir ülkenin milli takımını bir kez daha o festivalde görecek olmanın sevincini yaşıyorsun…

İspanya’da bir futbolseversin. Koyu bir Athletic Bilbao taraftarısın ama gün kulüpçülük günü değil. Baksana, kırmızı-sarı-mavi renklere bürünmüş ülke, “La Furia Roja”, “Kırmızı Öfke” bir turnuvada daha favori gösteriliyor. 1964 ve 2008 turnuvalarında kazanılan kupayı bir kez daha ülkende görmek istiyorsun. Dünya futbolunun devlerinde forma giyen futbolcuların o şölende sahne alırken, bir futbol ülkesi olmanın gururunu yaşıyorsun…

İtalya’da bir futbolseversin. Koyu bir Napoli taraftarısın ama şimdi kulüpçülüğün sırası değil. Şimdi Avrupa Şampiyonası zamanları… En son 1968 senesinde kazandığı turnuvaya bir kez daha katılıyor FIFA sıralamasında 12. sırada yer alan takımın. Ülken 2005 senesinde yaşanan Juventus skandalından sonra bir kez daha şike haberleriyle çalkanırken, en azından Futbol Federasyonu’nun gereken cezaları vereceğini, kirin halının altına süpürülmeyeceğini, geçmişi yaşamış biri olarak biliyorsun. Takımının başarılı olacağına pek inanmasan da, “The Azzurri”’leri bir kez daha alkışlamak için sabırsızlanıyorsun…

Fransa’da bir futbolseversin. Koyu bir St Etienne taraftarısın ama şimdi kulüpçülük zamanı değil. 1984 ve 2000 senelerinde Avrupa Şampiyonasını kazanmış ulusal takımın bir kez daha o görkemli turnuvada. FIFA sıralamasında 16. sırada yer alsa da, son senelerde yaşanmış hüsranlara bakarak turnuvayı kazanma umudu taşımasan da yürekten alkışlayacaksın kırmızı-mavi-beyazlıları…

Yunanistan’da bir futbolseversin. Koyu bir Aris Salonika taraftarısın ama şimdi takım tutma zamanı değil. 11 milyon nüfuslu ülken mavi-beyazlı renklere bürünürken, 2004 senesinde yaşanılan zaferin sevinci hala hafızalarda. Mavi-beyazlı milli takımın FIFA sıralamasında 14. sırada ama umutsuz değilsin. Zaten her zaman favoriler kazanmaz ki! Bir turnuvada daha boy gösterecek olmanın heyecanıyla ulusal takımının formasını giyiyorsun...

Hırvatistan’da bir futbolseversin. Koyu bir NK Osijek taraftarısın ama gün külupçülük günü değil. FIFA sıralamasında 8. sırada yer alan ulusal takımın, 1996 ve 2008 senelerinde iki kez çeyrek final oynadığı turnuvaya katılıyor. Turnuvanın sonunda, Lokomotiv Moscow’un teknik direktörlüğünü üstlenecek Slaven Bilic’in altı sene beraberlikten sonra ayrılacak olmasına üzülüyorsun. Ama Avrupa futbolunun en ışıltılı şöleninde bir kez daha yer alacak olmanının mutluluğu var içinde. 4,3 milyon nüfuslu bir ülkenin futbol başarısını alkışlıyorsun…

Danimarka’da bir futbolseversin. Koyu bir Brondby taraftarısın ama şimdi takım tutma zamanı değil. En son 1992 senesinde kazandığı Avrupa Şampiyonasını yeniden kazanmak için sahaya çıkacak FIFA sıralamasında 10. sırada yer alan ulusal takımın. Avrupa’nın en önemli kupasını kazanan 9 takımdan biri olarak bir turnuvada daha adını duyuracak. Beş buçuk milyon nüfuslu bir ülkenin bayrağı, bir kez daha o turnuvada dalgalanacak…

***

Türkiye’de bir futbolseversin…

Ülkede yaşayan neredeyse tüm futbolsever gibi üç takımdan birine sevdalısın. Her sene mutlaka takımının formasını alırsın ama milli formayı hiç almadın. 50 yaşını geçmişsin, görüp görebildiğin bir Dünya Kupası, üç Avrupa Şampiyonası. Bir futbol şöleninde daha göremeyeceksin kırmızı-beyazlı milli takımını; bir şölende daha kimseler senin takımından söz etmeyecek. Alışmışsın yokları oynamaya. Kendi kendine yarattığın futbol hikâyeleri arasında aslında hep yalnızsın. Varsa yoksa yedi tepeli şehrin üç takımı. Varsa yoksa üç büyütülmüşler masalı.

Baksana, sezon bitmiş gazetelerde, televizyon kanallarında aynı sandalcı kavgaları. Gazeteler, şike davasında ülkeye UEFA’dan ağır cezalar gelebileceğini, hatta ulusal takımın bundan etkilenebileceğini yazıyor. “Bana ne!” diyorsun, “Zaten Almanya’da oynayan gurbetçi futbolcular da olmasa…”. Rakip takım forması giyiyor diye ulusal takımın kalecisini ıslıklayan taraftarlar diyarında, ulusal takım kimin umurunda!

Fenerbahçe’nin 32 yaşındaki Dirk Kuyt transferini “Dünya Yıldızı Fenerbahçe’de!” başlığı ile duyuruyor gazeteler. Seviniyorsun. Avrupa’nın en kalabalık, aynı zamanda en genç nüfusuna sahip bir ülkenin futbolu, alt yapılarını, genç nesillerini ezelden ıskalamış olmasına takılmıyorsun. Üç sezon için Hollandalı futbolcuya ödenecek olan paranın, Barca’nın akademisi “La Cantera”nın maliyetinden fazla olduğunu düşünmüyorsun bile.

Sormuyorsun kendine 4,3 milyon nüfuslu Hirvatistan’ın yer aldığı turnuvada biz niye yokuz diye. Kapı komşun, minicik Yunanistan her turnuvada boy gösterirken, sen bir şampiyonada daha yokları oynuyorsun. 4,5 milyon nüfuslu Serbest İrlanda, İspanya karşısında sahaya çıkarken, sen gazetelerde hep elinde patlayan bomba transferleri (!) okuyorsun. İnanmıyorsan bak işte, siyah-beyazlı takımın haline…

Kulüp takımının sezon öncesi kampı bir an önce başlasın da Hollanda’nın köy takımları karşısında alınacak zaferleri izleyelim diye bekliyorsun. En yakın arkadaşın, 2012 Avrupa Şampiyonası'nda İspanya’yı destekleyeceğini söylüyor. “Henüz karar vermedim!” diyorsun. İçinden keşkeler geçiyor…

Sonra televizyon ekranında adam, ülke futbolunun marka değerinden, dünyanın en iyi 6. ligi olduğumuzdan, bomba transferlerden söz ediyor. Aynı saatlerde o minicik Yunanistan, Avrupa Şampiyonası'nda çeyrek finale kalıyor...

Başbakan, “En az üç çocuk!” diyor.

Dinliyorsun…