Ülke futbolunun yeni modası şampiyon hocayı kovmak galiba

Ülke futbolunun yeni modası şampiyon hocayı kovmak galiba. Hem de normal yollarla değil, ortalığı birbirine katacak şekilde. Geçen yıl (kararın haklı olup olmadığı başka bir tartışma konusu), Fatih Terim’in hoş olmayan biçimde Galatasaray’ın başından ayrılışının ardından daha 1 yıl geçmeden Ersun Yanal, Fenerbahçe’den, arkasında ufak çaplı bir fırtına bırakarak ayrıldı.

Aslında bir tek bizde biçimsiz olmuyor bu işler. Dünyanın her ülkesinde başkanlar zaman zaman icraatleriyle kulüplerinin ve hatta tüm kamuoyunun en çok konuşulan adamı olabiliyorlar. Tam 18 yıl boyunca Olympiakos’un başkanlığını yapan Sotiris Kokkalis, Yunanistan’ın her daim en çok konuşulan spor adamıydı ve adı hakem komitelerini etkilemelerden tutun şike tapelerine kadar bir dolu skandalda geçmişti. O da gömlek değiştirir gibi hoca değiştirirdi. Sylvio Berlusconi, 2006 yılında Andriy Shvchenko’nun Milan’dan Chelsea’ye transfer olması sonrası La Gazzetta dello Sport’a verdiği demeçte “Sheva evde karısının kucağından ayrılmayan bir kaniş gibidir, karısı istediği için Londra’ya gitti, bu yaptığı erkekliğe sığmaz” diyerek Ukraynalı futbolcunun arkasından sallamıştı. Tabii bunun tam tersi başkan profilleri de var. Örneğin Kuzey Avrupa ülkelerinde başkanlar medyadan uzak durur, hatta tribünlerdeki taraftarların önemli bir kısmı başkanı hayatı boyunca görmemiştir ve nihayetinde bazen adını dahi bilmez. Almanya, Hollanda, Belçika gibi ülkelerde başkandan çok sportif konularda CEO veya Futbol Direktörü denen şahısların ismi geçer. Dolayısıyla gözümüzü Batı’ya çevirdiğimizde bu konuda hem iyi, hem kötü örneklerin olduğunu görüyoruz.

Ersun Yanal’ın istifasının ardından basında çıkan ve kaynağını az çok tahmin edebildiğimiz haberlere en hafif ifade ile “iğrenç” denilebilir. Burnumuza kötü kokular getiren çok net bir şey var. Kendisi hakkında yapılan eleştirilerin neredeyse hiçbirisinin futbol sahasıyla alakalı olmaması da (olanları da “takımı futbolcular şampiyon yaptı” veya “Salih’i oynatmıyordu” seviyesini geçemiyor) , aslında gerekçelerin ne kadar elle tutulur olmadığının kanıtı. Hatta şunu görmek lazım. Bir kulüp başkanı, görevden aldığı hocanın ne kadar “işe yaramaz” olduğuna insanları inandırmaya çalışsa dahi, bu, onun kararın ağırlığını taşıyamadığını gösterir. Ersun Yanal örneğinde hocanın kendisi istifa etti halbuki. Pekala taraftarlar “ne olursa olsun takımı yarıda bıraktı” diyebilirdi, ama Aziz Yıldırım ve peşinden gidenler, bu hadisede de ayıplanan olmayı başardılar. Susup, geri planda kalmaktan ve insanların olayı yorumlamasından dahi korktular. Bu basit bir davranış değil, iktidar hırsıyla yoğrulmuş bir tür paranoya. Aşağı yukarı 1 sene önce Fatih Terim görevden alındığında, bu köşede, kendisi ve Ünal Aysal’ı kastederek “2 tane yetişkin adam kendi kişisel oyunlarına bir kulübü alet etmekten çekinmediler” demiştik. Bu sefer tek taraflı bir manipülasyon çabası var.

Aziz Yıldırım’ın tavrını sportif açıdan eleştiren, yorumlayan çok kişi oldu. Televizyon yorumcusundan sokaktaki insana kadar. Ancak şunu görmemiz lazım. Onun kronikleşmiş davranışlarının birçoğu Türkiye insanının da genel profili. İnsanımız bir şekilde çat-pat bilgi sahibi olduğu ya da ilgi duyduğu konuda bırakın “iyi” olmayı, “en iyi” olduğunu ya da o işi “en iyi” bilenin kendisi olduğunu sanıyor. Aziz Yıldırım’ın psikolojisi de farklı değil. Şampiyonlukları teknik direktörlerin değil, kendisinin kazandığını, Alex’i kendisinin getirdiğini, takıma zararı olacağını anladığında kendisinin gönderdiğini, oyuncunun, hakemin, taraftar grubunun iyisinden anladığını zannediyor. Daha doğrusu Yıldırım’ın sorunu şu. Kendisini “en iyi Fenerbahçeli” sanıyor.

3 hafta boyunca tatil nedeniyle sizlerden ayrı kalacağım. Eylül ayında görüşmek üzere.