Jack Nicholson’un Milos Forman yönetimindeki unutulmaz Guguk Kuşu filminde, akıl hastanesinin tüm hastalarını kaçırıp gemiye...

Jack Nicholson’un Milos Forman yönetimindeki unutulmaz Guguk Kuşu filminde, akıl hastanesinin tüm hastalarını kaçırıp gemiye bindirerek denize açıldığı  bir sahne vardır. Yolculuk boyunca gemide her türlü eğlence dönüp dolaşır. Nicholson dönüşte limanda hastane görevlileri ve polis tarafından karşılanır. Tüm ekip akıl hastanesine geri tıkılır. Bugünlerde bekliyorum, birileri gelip şu şike soruşturmasındaki herkesi ait oldukları, Nicholson ve arkadaşlarıyla aynı yere götürecek diye. Geçtiğimiz hafta sonu bu ülkenin son 20 yılda yetiştirdiği en iyi birkaç hakemden birisi olan şahıs, kafasına Salı Pazarından alınmış gibi duran bir örtüyü geçirmiş Türk futbolunun kaybolan ruhunu çağırıyordu. David Cronenberg filmlerini aratmayan absürdlükteki bu komedya aslında 3 temmuzdan beri ne hale geldiğimizin de göstergesi. Bu süreçteki herkese biraz değinmek isteriz.

Federasyon ve MAA: Bundan birkaç yıl sonra muhtemelen Mehmet Ali Aydınlar, televizyonda bugünkü görüntüleri verilirken “bu dengesini kaybetmiş, bana tıpatıp benzeyen adam kim?” diye soracak. Aydınlar bir insanın zaman zaman yapması gereken kendinden kurtulup varoluşuna tepeden bakma ve özeleştiri yetisini kaybedeli çok oluyor. Dostoyevski’nin Öteki romanında, kendisine bir alt karakter yaratan Bay Golatkin’e benzedi maalesef. Halen söylediklerinin mantıklı olduğunu düşünüyor, ama dediğim gibi bunda bir suçu yok, çünkü akıllılık ve delilik arasındaki o ince kırmızı hattı çoktan geçmiş durumda. Öyle olmasa, “NBA’de de play-off yıllardır var neden tepki gösteriliyor?” lafını söylediğinin ertesi günü istifasını vermiş olurdu. Daha net bir gerçek ise ülke futbolunun en yetkili kurumunun strateji yaratan değil, dalganın yönüne doğru giden pasifize edilmiş bir kurum haline dönüşmesi. Evet millet olarak çok kolay karalayabilen, çok kolay idam sehpasına vurabilen bir ülkeyiz ama federasyon tam da bu yüzden, kendi milletini tanımadığı için eleştirilmeli. İlk günden itibaren hukuk kurumları ile doğrudan ilişkide olmaları gerekiyordu, ilk haftada savcılıkta tam zamanlı çalışan bir temsilcileri olmalıydı. Her şeyi bizden sonra öğrendiler. Büyük bir gizlilik içinde çalıştıkları “kozmik oda”da ne olup bittiğini ve oradan çıkacak kararları ülke basını 1 gün önce kelimesi kelimesine servis ediyordu. Bugünden sonra bir güven ortamı yaratmaları çok zor görünüyor.

Fenerbahçe:  Camianın da dengesini kaybettiğini rahatça söylemek mümkün. Bu ülkenin en ılımlı insanlarından Aykut Kocaman gün geçtikçe girdiği kabın şeklini almaya başladı. Geçtğimiz sezonun ortasında, bu ülkede daha çok kavga edenin kazandığını anladığı andan itibaren renklerden bağımsız sevilen adam her gün yokoluyor. Artık onun da savlarını oturttuğu temeller çürümeye başladı. 1 aydır, ligde iddiası olmayan Karabükspor’un kalecisinin kendileriyle oynadıkları maçın son dakikasında ileri çıkışının altında bir şeyler olduğunu ima ediyor. Olup olmadığı bambaşka bir konudur ama Kocaman gibi bir kişiliğin dünya futbol tarihinde defalarca örneği görülmüş bir hadiseyi, kendilerine karşı çevrilen bir oyunun önemli dayanaklarından birisi olarak görmesi düşündürücü. Taraftarlar ise ligi kazanmak için gitmeyecekler stadyuma. Herkese “haddini bildirmek için” gidecekler. Artık karşılarında bir tek Galatasaray yok onlara göre, tüm ülke ve hatta UEFA var. Bu motivasyon iyi sonuçlar doğurmayacaktır.

UEFA: 1,5 aydır, dosyalarca delil ve araştırma sonucu verilmeyen net kararın, 1 günlük ziyaret sonucu, bir baş müfettiş tarafından bu denli net biçimde verildiğine inanmak zor. UEFA Fenerbahçe’nin şike yaptığını ya da iddiaların gerçekliğini düşündüğü için değil son birkaç yılda futbolun patron organizasyonlarının etrafında dönen söylentilere (Bochum savcılığından tutun, 2018 ve 2022 Dünya Kupası evsahibi seçimleri ve Bin Hammam hadiselerine kadar) bir yenisinin eklenmesini istemediği için bu kararı aldı. Zaten bilinmesi gereken bir şeyi söyleyelim, Olympos’taki Zeus muamelesi yapmamak lazım.

Diğer kulüpler: Neredeyse hiçbirinin “hakkaniyet” unsurunu dikkate almaması çok acıdır. Yayıncı kuruluş ve sponsor gelirlerini düşünen bir ortalama takım grubuyla, ezeli rakibinin düştüğü bu ortamı yükselme aracı olarak gören ve her gün açıklama yapmayı çok seven bir başkan. İçlerinde bu sporun seyir zevkini öldüren şeyin ta kendisi ile ilgili samimi açıklama yapan neredeyse hiç kimse olmadı. Taraftar grupları ve Ünal Aysal imzalı göstermelik “Türk futbolu endişe ekibi”ni son derece içten pazarlıklı buluyorum.

Basın: Biz...Ne yazayım ki...Kafamıza tülbent geçirip ruh çağırdık daha ne olsun! Bir de daha fazla bağıranın haklı olduğunu zanneden ve bu sürecin meşhur ettiği bir dolu çakma “Kütahyalı”...