Geçen gün korkulu bir çağda uyandık. Ölüm omuz başımızda bir işçinin yorgun elleriyle dürttü bizi. Tarih durmuştu. Tarih ilerlemiyordu. Sadece sayılar dolaşıyordu ortada

Geçen gün korkulu bir çağda uyandık. Ölüm omuz başımızda bir işçinin yorgun elleriyle dürttü bizi. Tarih durmuştu. Tarih ilerlemiyordu. Sadece sayılar dolaşıyordu ortada.

“Kaç kişi vardı asansörde?” diye soruyordu biri. Doğrusu kaç ölüm vardı asansörde? 10 işçi biraz da inşaat malzemesi. Aynı asansördeydiler. İnsan ve eşya aynı biçimde temin ediliyordu nasıl olsa. İşçiler herhangi bir malzeme gibi ihale konusuydu. Onların kaderleri de bir olmalıydı sanki. Ekonominin gereği olarak sunuluyordu taşeronlaşma. “İnsanlar ihale edilebilmeli, çünkü günümüz ekonomisinin koşulu bu, sendikalar da artık çağa ayak uydursun” diye konuşuyordu birileri. Ölümlerine hükümet yetkililerince verilen tepkilerden, hükümet nezdinde ihale konusu olanın, işçi ya da malzeme, bir farklarının olmadığı anlaşılıyordu. Ekonomik gelişmeye koşut olarak işçilerin ölmesi gayet normaldi.

Tarih durmuştu evet! Tarih Soma’da durmuştu. Tarih 1894 yılında bir maden ocağında durmuştu. Tarih bir cumartesi günü Mecidiyeköy’ün ortasında durmuştu.

Sermaye birikiminin kan ile beslenen sektörlerinden biriydi inşaat sektörü. Torunlar GYO bu sektörün hızla büyüyen şirketlerindendi. Ali Sami Yen stadı pek çok kişinin anısı ile İstanbul’un göbeğinde koca bir alan. Bu alanın üstüne gökdelenler dikiliyordu. İstanbul’da gökdelene ihtiyaç vardı sanki. Tarihi bir kent yok ediliyordu. Deprem tehdidi altında bir kent yok ediliyordu. Demir ve beton yığınaklarının arasından yükseliyordu yapılar.

Yapıcılar 24 saat çalışıyorlar bunun için. Malzemelerle aynı yerde uyuyordu yüzlercesi. İnsani hiçbir yanı yoktu kalınan yerlerin. Tarih duruyordu olduğu yerde.

5 ay önce bir işçi ölmüştü. 5600 TL idi bedeli. Torunlar inşaat ödedi mi, ödemedi mi bu bedeli bilinmez. Ama cezası buydu cinayetin. Tarih duruyordu olduğu yerde.

İLERLEMEKTEN UZAK TARİH
Benjamin, “Şayet teknolojinin hızıyla ilerlemekten uzak olan tarih” diyordu, “kırık plak gibi toplumsal ilişkilerin mevcut yapısına takılıp kalmışsa”, ki bu açıkça görünüyor şimdi, “bunun nedeni işçilerin sırtından geçinen sınıfın tarihi ilerletebilme gücüne sahip olmasından çok, işçilerin çalışmayı bırakmaya gücünün yetmemesindendir”.

Gecenin 3’üydü. İnşaatın önünde bekliyorduk çaresizce. Polis kalkanları ile itiyordu insanları. İtfaiye ve ambulanslar girip çıkıyordu inşaata. Ama asansörler çalışıyordu sahadaki diğer binalarda. Yapıcılar çalışıyordu hâlâ. Zaman durmuştu.

Sayılar dolaşıyordu ortada. Türkiye’de inşaat sektöründe ölümler sıradandı. 5 yılda 1754 kişi ölmüştü. Yaklaşık her gün bir işçi ölüyordu. Hiçbir zaman oturmaya yetecek ekonomik güçleri olmayacak binalardı yaptıkları. AB ülkelerinin 3 ila 5 katı arası ölüm oranları. Sayılar dolaşıyordu. İnşaat sektörü ölümlerle büyüyordu.

Cansever’in dizeleri yetişti yine imdadıma. Anladım geçen gün korkulu bir çağda uyandım. Zamanın ilerlemediği bir çağa. Biri bir cinayetten dönüyordu.

“Geçen yıl korkulu bir çağda uyandım…Bir ölüyü bekledim ve ölünün bütün inceliklerini…Biri bir cinayetten dönüyordu, şan getiren bir cinayetten…biriyse bir köleydi, kağıtlar kalemler içinde…Kocaman bir adamdı dışarıdakiler…Bilmem, böylece bekledim kaça çıktı ölüler…İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli”