Gezi gelecektir
Gezi Ayaklanmasının üzerinden koca alt yıl geçmiş, ne gam. Bu toplumsal kalkışmanın imlediği Türkiye için doğru soru; kaç yıl geçti, değil, kaç yıl kaldı, olmalı. Gezi, artçı sarsıntılardan değildi. Gezi; Cumhuriyet Mitingleri gibi artçı özellikleri baskın olan savunmacı bir mevzilenme değil, o mitinglerindeki değerleri içererek aşan kurucu bir çağrıdır. Onun öncü bir sarsıntı olduğu gerçeği, geride kalan her bir yılda daha berrak bir şekilde görünür olmaktadır.
“Yeni Jön Türkler”
13 Haziran 2013 tarihli Guardian Gazetesi’nde Betty Caplan imzalı Gezi Parkı protestosunun başlığı, “Türk baharı değil yeni genç Türkler” şeklinde idi. Gezi olaylarını izleyen Batı basınında “Genç/Jön Türkler” adlandırması yaygın bir şekilde kullanıldı. İçeride pek itibar edilmeyen bu adlandırmanın gerekçesi karmaşık değildi: Jön Türkler, Osmanlı Sultanına modern dünya değerleri adına başkaldıranların adı idi ise Gezi’de olan da, Yeni Osmanlı donuna bürünmeye meyletmiş AKP Hükümetine bir meydan okumaydı. Bu basit gerekçeyi anlamak için iktidar bloğunda 2008’den itibaren görünür olan büyük değişikliği iyi kavramak gerekir.
Türkiye üzerine yazdıkları ışın hızıyla Türkçeye kazandırılan CIA’nın muteber isimlerinden G. Fuller’in ifadesi ile “Fetullah Gülen Cemaati ve onun siyasi uzantısı niteliğindeki AK Parti” Kemalist Cumhuriyeti paranteze alarak yeni Türkiye Cumhuriyetini inşa etmekteydi. İslam’la Batılı değerleri uzlaştıran Yeni Türkiye Cumhuriyeti, hilafet makamını yeniden ihdas ederek Dünya Müslümanlarına da örnek olacaktı. Fuller’in muştuladığı bu Türkiye’nin uluslararası plandaki izdüşümleri ve imaları ayrı bir yazıyı hak etse de, şimdilik burada emperyalist emellerle güçlü uyumuna vurgu yapmak yeterli olabilir. İşte Gezi, Fuller’in teorize ve idealiz ettiği Yeni Osmanlıcı düzene karşı güçlü bir meydan okuma olduğu kadar, bu topraklardaki alternatifin ipuçlarını da sunan, bir gelecek çağrısıdır.
İktidar bloğunun parçalanmasına, kendi iç klik kavgalarına sürüklenmelerine yol açan etkisi ile Gezi İsyanı önemli bir işlev de görmüş durumdadır. Gezi isyanında hangi kültürel kod ve değerler harman olmuştu? Gezi’nin bizi davet ettiği dünya, hangi ahlaki davranış kuralları üzerine yükselmekteydi? Bu sorulara verilecek muhtemel yanıtları, şu üç kavrama indirgemek mümkündür: Eşit – Özgür – Müşterek. Bu bize Gezi İsyanın tarihsek bakımdan hangi uluslararası akımın bir parçası olduğunu da gösterir.
Gezi’yi yargılamak mı?
Gezi’yi -olumlayarak ya da suçlayarak- belirli politik iradelerin örgütlediği bir kalkışma şeklinde görmek, olandan ve olacak olandan hiçbir şey anlamamak demektir. İki bakımdan böyledir: Öncelikle Gezi, verili politik zeminde temsil edilenlerin değil temsilini arayanların bir çağrısıdır. İkinci olarak Gezi, verili siyasal zemindeki bir iktidar hamlesi değil, Türkiye halkını bir ulus olarak yeniden kuruluşa çağıran bir haykırıştır.
Siyasal analiz kabiliyetlerini iktidar klikleri arasındaki bilek güreşleri ile sınırlı tutanlar, Gezi’yi de bu minvalde sınıflandırmaya gayret gösteriyorlar ki gerçekten yazık. Gerek Fuller’in muştuladığı ve Gezi sayesinde ellerinde patlayan versiyonu ile olsun, gerekse de klik kavgaları neticesinde hükümet sisteminin değişimi ile sonuçlanan mevcut iktidar biçimi ile olsun, bugünkü siyasi rejim ulus olarak -ya da aynı anlama gelecek şekilde, egemen bir halk olarak varlığımızı ortadan kaldıran dinamiklerin siyasi bir ifadesi değil midir? Öyledir. Uluslararası kapitalizmin programı ile bütünleşenler; hangi inanç, ırk ve ideolojiden yana olurlarsa olsunlar, insanların kendi yazgılarına hükmettikleri her türlü politik toplum biçiminin düşmanıdırlar. Gezi, egemen bir halk olarak yaşama arzusunun güçlü bir ifadesidir. Bu toprakların insanları, iradeleri teslim alınarak yaşamak istemediklerini Gezi ile bütün dünyaya duyurmuştur.
Gezi gelecektir; yargılanan ve mahkum edilen, geleceğimiz olmayacaktır.