Her gün göç yollarına düşen binlerin hedefi Almanya’ya ulaşabilmek. Almanya’daki siyasi atmosfer ise göçmenlerle ilgili olumsuzlukları öne çıkaran politikacılar sayesinde her gün biraz daha “zehirleniyor”

Göç yükünü çeken Almanya’nın sınavı
Berlin'deki konut sorunuyla mücadele eden STK'ların Kreuzberg'deki buluşma noktası: Gecekondu. (Fotoğraf: BirGün)

Avrupa’ya yönelen kitlesel göçmen ve sığınmacı akımının aslan payı Almanya’ya düşüyor. Dünya çapındaki tüm göç rotalarını göz önüne alacak olursak Almanya’nın rolü aslında ilk bakışta abartıldığı kadar önemli değil. Almanya gibi ekonomisi tüm dünyaya satılan ürünlerin getirisiyle her geçen gün biraz daha zenginleşen bir ülke, buraya gelmiş olan ve gelmekte olan göçmenleri kolaylıkla entegre edebilecek potansiyeller barındırıyor. Ancak sosyal ve siyasal boyutları öne çıkarılarak gündeme getirilmesi nedeniyle göç ve göçmenler konusu ülkede gün geçtikçe daha da sertleşen ve zehirlenen tartışmalara ve saflaşmalara yol açıyor.

Son gelişmeler, iktidardaki sosyal demokrat, yeşil ve liberaller koalisyonuna yönelik muhalefetin, önümüzdeki dönemde bu konuyu siyasal gündemin en başında tutacağı ve kutuplaşmayı kışkırtacak bir strateji izleyeceği artık kesinleşmiş durumda. Son olarak ana muhalefet partisi CDU’nun (Hıristiyan Demokrat Birlik) Genel Başkanı Friedrich Merz’in Bavyera eyaletinde gerçekleştirilen bir kasaba şenliğindeki (Gillamoos) sözleri bu yöndeki kararlılığın işareti oldu:

“KREUZBERG DEĞİL, GİLLAMOOS ALMANYA’DIR!”

Kreuzberg, bilindiği gibi Almanya’da göçmenlerin en yoğun olarak yaşadığı semtlerin başında geliyor. Başkent Berlin’in bu semti zaman zaman “Türkiye dışındaki en büyük Türk kenti” ya da “Almanya’daki Küçük İstanbul” olarak da tanımlanıyor. Aslında bir semt de değil, komşusu Friedrichshein bölgesiyle birlikte, kayıtlı 150 bini aşkın insanın yaşadığı bir kent, daha doğrusu bir ilçe. Ana muhalefet liderinin kendi ülkesinin başkentinin tam ortasındaki bir ilçeyi, nüfusu 15 bini bile bulmayan bir kasabayla karşılaştırıp, “burası Almanya değil artık, asıl Almanya orası!” mesajını vermesi kimseyi şaşırtmadı. Zaten partinin başına geçtiği Ocak 2022’den bu yana tüm eleştirilere rağmen bu yolda yürüyeceği belliydi. Kreuzberg’i daha önce de bir başka bağlamda konuşuyormuşçasına diline dolamıştı.

Hükümetin ulaştırma, imar ve çevre politikalarının metropollerin sorunlarını dikkate alırken, küçük kent ve kasabaları, kırsal kesimi ihmal ettiğine işaret eden Merz, “Almanya, Berlin-Kreuzberg değildir. Çoğunluk küçük ve orta büyüklükteki kentlerde yaşıyor” demişti. Bir yandan hükümeti “Kreuzberg’in ihtiyaçlarını esas alan politika yürütmekle” suçlayıp, diğer yandan da burayla ilgili “göç” imajını gündeme getirerek, kendince “bir taşla iki kuş vurmuş” olmuştu. Konunun bir diğer boyutu da önümüzdeki genel seçimlerde Almanya’yı yönetmeye hazırlanan sağ ağırlıklı hükümetin başında olmayı hedefleyen bu politikacının sık aralıklarla yaptığı “kutuplaştırıcı” açıklamaların karşıtlarından, yani “ortanın solundaki” siyasi güçlerden hak ettiği tepkiyi almaması. Bu tip çıkışlar, uzun yıllar CDU’nun ve Almanya hükümetlerinin başında kalan Angela Merkel döneminde, sadece soldaki partilerden değil, “merkez sağ” olarak tanımlayabileceğimiz siyasi kesimlerden de ağır eleştirilerle karşılanırdı.

Merz, daha birkaç hafta önce partisinin aşırı sağcı parti AfD’yle (Almanya için Alternatif) gerektiğinde işbirliği yapabileceğini açıklayarak (tabii daha sonra bu sözlerini yarım ağızla geri aldı) iktidara gelebilmek için neler yapabileceğine dair ipuçları vermişti. Almanya politikasıyla ilgilenenler hatırlayacaktır, 20 yıl önce, CDU’nun yine ana muhalefette olduğu dönemde göçmenlerin ülkeye entegrasyonu tartışmasına “Leitkultur” (öncü ya da yönetici-yönlendirici kültür anlamında) kavramını sokarak, atmosferi zehirlemişti. Sadece göçmenlerle ilgili çıkışlarıyla değil, asıl uzmanlık alanı olan ekonomi ve vergi konularındaki sağ görüşleriyle tanınan Merz, siyasi yakınlığı itibarıyla “Almanya’nın Trump’ı” tanımını hak ediyor.

MADALYONUN ÖTEKİ YÜZÜ

Öte yandan girişte de belirttiğimiz gibi Almanya’nın diğer Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında oldukça ciddi bir “göç” sorunuyla karşı karşıya olduğu da ortada. Bu durum konuyla ilgili yayınlara “Almanya, Avrupa’ya göçün en ağır yükünü taşıyor!” başlıklarıyla yansıyor. Avrupa Birliği Mülteciler Dairesi’nin önceki gün yayımladığı istatistikler de bunu gösteriyor. İçinde bulunduğumuz yılın ilk yarısında iltica başvurusunda Almanya yine diğer Avrupa ülkelerini geride bırakarak liste başındaki yerini korumuş.  Yılın ilk yarısında AB ülkeleri Norveç ve İsviçre’de toplam 519 bin göçmen iltica başvurusunda bulunmuş. Bunun bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 20 artışa tekabül ettiğini belirten gözlemciler, 2023’ün ikinci yarısında ise daha büyük artış beklendiğini, toplam iltica başvurusunun bir milyonu aşacağını belirtiyorlar.

Bütün iltica başvurularının yüzde 30’u Almanya’ya yapılmış. İspanya yüzde 17’yle ikinci, Fransa yüzde 16’yla üçüncü, İtalya’da yüzde 12’yle dördüncü sırada.

Almanya’dan iltica talebinde bulunan göçmenlerin sayısı bu süre içinde 150 bini aşmış durumda. Bu durum şunu gösteriyor:

Özellikle Kuzey Afrika ülkelerinden gelenlerin çoğunluğu, aslında Avrupa’ya İtalya, İspanya ve Fransa gibi Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerden girmiş olmaları ve iltica başvurularını oralarda yapmış olmaları gerektiği halde, iltica için Almanya tercini yapmışlar. Büyük bir bölümü de bunu bir yolunu bulup Almanya’ya gelerek yapmış...

Suriye, Afganistan, Bangladeş ve Pakistan gibi ülkelerden gelen mültecilerin – ki bunların büyük bölümü Türkiye ve Balkanlar üzerinde geliyor – çoğunluğunun iltica başvurusunda bulunduğu ülke de Almanya. Son dönemde Venezüella ve Kolombiya’dan mültecilerin sayısı da büyük bir artış göstermiş durumda.  Aynı durum Ukraynalı mülteciler için de geçerli. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) açıklamalarına göre şu ana kadar en çok Ukraynalı mülteci alan ülke de Almanya. Ağustos ayı itibarıyla Almanya’ya sığınan Ukraynalıların sayısı, komşu Polonya’ya sığınanları da aşarak 1,08 milyonu bulmuş durumda.

Bu arada Türkiye de Almanya’ya binlerce sığınmacı gönderen ülkeler arasında yer alıyor. Geçtiğimiz yılsonu itibarıyla bu ülkeye gelip sığınma başvurusunda bulunan Türkiye vatandaşları, Suriyeli ve Afganlardan sonra üçüncü sıraya yerleştiler.

Bu istatistikler, AB ülkelerinin çoğunun tüm ortak mevzuata ve anlaşmalara rağmen, mültecilerle ilgili ortak politikalara yanaşmamaları nedeniyle Almanya’nın üzerindeki “göç ve sığınmacı” baskısının devam edeceğini gösteriyor.

ZEHİRLENEN TARTIŞMA ORTAMI

Göçmenlerle ilgili tartışmalar, bu istatistikler öne çıkarılıp, göç olgusunun tarihi ve insani boyutları arka plana atılarak ya da göz ardı edilerek sürdürüldüğü için günümüz Almanya’sı “zehirli bir tartışma ortamına” teslim olmuş durumda.

Ülkenin en büyük eyaletlerinden Hessen ve Bavyera’da önümüzdeki ayki seçimler de bu ortamı iyice kızıştırıyor. Göç, göçmenler ve sığınmacılarla ilgili sorunları istismar ederek oyları artırmak artık sadece aşırı sağcıların değil, merkez sağın da tercihi. Bu yolla kısa vadeli başarı kazanacakları da görülüyor.

Son olarak Bavyera’da yaşanan bir skandal bunun kanıtı oldu. Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) partisiyle birlikte eyalet hükümetini oluşturan sağcı Serbest Seçmenler (FW) partisinin lideri ve Eyalet Başbakan Yardımcısı Hubert Aiwanger’in öğrencilik yıllarında aşırı sağcı ve faşist propaganda yaptığı, Yahudi soykırımına övgülerde bulunduğu iddialarına ilişkin haberlerin yol açtığı skandalın ardından, seçim anketleri bu partiye yönelik kamuoyu desteğinin büyük oranda arttığını gösteriyor. İşin ilginci başta Yahudi Cemaati olmak üzere, birçok kesim de o dönemde yaptıklarını “gençlik hatası” olarak geçiştirip, kendisine karşı “itibarını yok etme kampanyası” sürdürüldüğünü ileri süren bu politikacının istifasını ya da görevden alınmasını talep etmekten vazgeçmiş durumdalar.

Gerekçe de; eğer Bavyera Başbakanı Markus Söder, görevden alırsa ya da istifaya zorlarsa, o ve partisinin seçmen kitleler karşısına “mağdur edilmiş” olarak, yani daha da güçlenmiş olarak çıkacağı.

Sonuç ise; göç, göçmenler, sığınmacılarla ilgili yanlış tartışma, Almanya’yı zehirledi, zehirliyor...

Uzun tartışmalardan sonra resmen bir “göç ülkesi” olduğunu kabul eden Almanya’ya yakışmıyor bu durum.