Yakın gözlüğü yerine elini kullanan yaşlı bir ahbabımız vardı. İşaret parmağını başparmağına yaslayarak büzer ve ortasındaki delikten baktığında küçük yazıları okuyabilirdi. Zorda kaldığımda ben de bu jesti sık sık kullanıyorum, çok işe yarıyor. Tabii bu jestin bağlam dışı kullanılması oldukça sakıncalı. Gözünüzden uzaklaştırıp gayriihtiyari karşınızdaki kişiye yönelttiğinizde üzerine alınabilir. Biliyorsunuz, halk arasında büzük tabir edilen anüse gönderme yapan bu jest, kişileri aşağılamak için kullanılıyor. Ben yine de bu jeste büzük demeye devam edeceğim; büzük, “toparlanarak büzülmüş” demek. Büzüğün deliğini küçülttüğünüzde burnunuzun dibindeki ayrıntıları görebilirsiniz veya genişlettiğinizde yakındaki ayrıntılar kaybolurken uzaktaki şeyler görüş alanınıza girer. Ya da uzaktaki bir nesneye odaklanmak için, her iki elinizle yaptığınız aynı jesti dürbün gibi de kullanabilirsiniz. Ahbabımız bozulan görme duyusunu düzeltmek için elini kullanmayı akıl etmişti. Ellerin ne çok kullanımı var? Eller dokunuyor, duyumsuyor, üretiyor ve görebiliyor. İnsan, elleriyle kendini yaratmıştır; beyin kapasitesini arttırmış ve sonunda Homo sapiens’e evrilmiş. Ama hâlâ dünyaya büzükten bakmaya devam ediyor. O yüzden büzüğe iade-i itibar yapılmalı.

***

Net görüş sağlamak için göz bebekleri de sürekli açılıp kapanıyor; tıpkı bedenimizin diğer kısımları, kılcal damarlar, mide, idrar yolu ve anüs gibi. Hepsinde sfinkter kası var, Türkçesi büzgen kas. Bu kas sayesinde göz bebekleri loş ortamda içeri girecek ışık miktarını çoğaltmak için açılırken, aşırı ışık durumda ise büzülüp içeri giren ışık miktarını azaltarak gözü fazla ışıktan koruyor. Dedim ya, dünyaya büzükten bakıyoruz. Başka seçeneğimiz var mı? Kameranın vizöründen baksanız da yine büzülüp açılan diyaframla karşılaşacaksınız. O yüzden büzük jestini tek bir bağlamın içine oturtarak anlamını çoraklaştırmanın âlemi yok. Şeyleri tek bir bağlam içine yerleştirerek anlamlarını tekleştirenlerin çorak dünyasında ‘ya/ya da’cı anlayış geçerli; bir şey ya budur ya da şu; aynı anda hem o hem bu olamaz. Oysa büzük jesti hem göze hem de büzülüp gevşeyen bedenin diğer kısımlarına işaret ediyor. Görme yeteneğini de asla gözlerle sınırlandıramazsınız, bedensel bir eylemdir. Görmek büzük ister; biliyorsunuz, argoda büzük, yürek, cesaret anlamına geliyor.

***

Şeyleri bağlantıları içinde ve şeylerin, bağlantıları değiştikçe nasıl anlam değiştirdiklerini görebilmek ve gördüklerinizi dile getirebilmek gerçekten büzük ister. Diyelim ki ülkenin birinde bir diktatör var; ele geçirdiği yayın organlarında kendini halkını seven bir lider olarak pazarlatıyor. Gösterilen bağlam çok ikna edici; sanırsınız bu büyük lider sadece halkın yararına çalışıyor. Siz de buna inanıyorsunuz ve lidere ölümüne bağlanıyorsunuz. Fakat her nasılsa yerinizi değiştirip farklı bir açıdan baktığınızda yeni bağlantılar keşfediyorsunuz. Bağlam değişmiştir. Ve adamın hiç de anlattıkları gibi olmadığını, ortaya çıkan bağlantılarla anlamının radikal biçimde değiştiğini fark ettiniz. O da ne? Lider diye taptığınız, tüm totaliter rejimlerde zuhur eden ve sadece kendi çıkarını düşünen bildiğiniz narsist; bir diktatör. Bu bağlantıları görebilmek yürek ister. Çünkü gördüğünüz ân, o zamana kadar inşa ettiğiniz anlam dünyası çökecek ve altında kalacaksınız, zor bir durum. Anlam dünyasında yaşanacak bir deprem ile baş etmek kolay değil. Hâliyle, yeni bağlantıları görmezlikten geleceksiniz.

***

Ve çoğu insan, varlığını oluşa sürükleyecek felaketlerden kaçınmak için görmemeyi tercih ediyor, bakıyor sadece. Görmek fark etmektir; farkı açığa çıkarmak ve dönüşmek. Görmek, zihinsel ve bedensel bir farkındalıktır; yeni bağlantılar keşfetmek: “Bir roman kahramanının kendi içinde, ayrımsız bir fon üzerinde, ortamı soyutlanarak açık diyaframla betimlenmesi ya da tersine, kapalı diyaframla, bağlı bulunduğu ve anlamını aldığı toplumsal-tarihsel bütüne yerleştirilmesi önemsiz birşey değildir” (Michel Tournier). Dış dünya ile ilişkilerimizi düzenleyen, büzülüp gevşedikçe bağlamı ve anlamı belirleyen büzük olmayınca, toplumsal-tarihsel bütün yitirilir. Büzüksüz insan, bağlamını ve anlamını yitirdikçe tebaalaşıyor. Büzük çok önemli; özgürlük de büzük istiyor.