Zaman o kadar hızlandı ki, tarihin tozlu rafı terimindeki zaman derinliği ile tedavülden kalkma zamanlaması arasındaki uyum hepten bozuldu. Modası geçen, geçerliliğini yitiren her ne ise, önce tarihin imbiğinde bir demlenir, ardından, hakkındaki kanaat kesinlik kazanınca tozlu raflardaki yerini alırdı. Şimdi öyle mi? Koca koca önermeler, henüz öngördükleri süreler dahi dolmadan tedavülden kalkabiliyorlar. Böyleleri için “tarihin tozlu raflarındaki yerlerini aldılar” demek, her şeyden önce tarih kavrayışına halel getirmez mi? Raflar tozlu da olsa, yerleşilen yer tarih! Bir daha hatırlanmamak üzere de olsa, istirahatgah yeri, insanlığın müşterek belleği. Az şey mi?

Misal AKP’nin 2012’de 63 madde halinde açıkladığı ve henüz 2020 Yaz’ına gelindiğinde tamamına yakını anlamsızlaşan 2023 Hedefleri’ni nereye yerleştireceğiz? Üstelik 2013’de, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) gibi bir kurumsal hafızaya sahip bürokratlar eliyle (yazık o bürokratlara)10. Kalkınma Planı haline gelen bir metinden söz ediyoruz. Siyasi parti bildirgesinden devlet belgesine (yazık o devlete) dönüşen Hedefler’de neler yoktu ki? 2023’te Gayri Safi Yurtiçi Hasıla iki trilyon dolara çıkacak, kişi başına düşen milli gelir yirmi beş bin dolara yükselecek, işsizlik yüzde 5 seviyesine, enflasyon tek basamaklı rakamlara inecekti.

2023’e dört yıl kala, 11. Kalkınma Planı ile Hedefler’de düzeltmeye gidildi; Kalkınma Bakanlığı bürokratları gerçekleşebilirlik olasılığını yükseltmek için basit bir matematik işlemi yaptılar; 2023 Hedeflerinde artışı ifade eden sayıları ikiye böldüler, düşüşü ifade eden sayıları da iki ile çarptılar. Böylece GSYH iki trilyondan bir trilyon dolara, kişi başına düşen milli gelir yirmi beş binden on iki bin dolara, işsizlik ise yüzde 5’den yüzde 9,9’a çekilmiş oldu. Henüz gerçekleşme bile değil, kutlu dava yolunda girişilen revizyonda bile sapma payı yüzde 50 olan bir metinden söz ediyoruz. yüzde 5’in üstüne istatistik bilimi hata payı demez, değerlendirme dışı der, atar bir kenara. Koronavirüs etkisi de düşünüldüğünde 2023’deki gerçekleşme için yukarıdaki basit matematik işlemi bu kez 11. Kalkınma Plan hedefleri için de tekrarlamak gerekebilir. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan son bir yıldır kutlu davanın hedefleri olarak 2023’den hiç söz etmiyor; 2071 Hedefi zaten vardı, araya bir de 2053 Hedefi yerleşti ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi kaybedilince 2053’ü daha sık duyar olduk.

Erdoğan artık atıf yapmıyor olsa da 2023 Hedefleri öyle bir metin ki, memleketteki tüm resmi kurumlar hazırladıkları stratejik planlarda bu üst plana, mecburen göndermede bulunuyorlar. Bu ne anlama geliyor? Şu anlama geliyor: Bütün resmi kurumlarıyla, dolayısıyla da politik toplumuyla bu ülke, olmayan hedeflere doğru yol alıyor. Bu yolculuğa bir akıl, irade ve anlam atfetmek yönünde yaygın bir eğilim var. Ne de olsa 18 yıldır iktidarda olan bir parti söz konusu. Bu uzun iktidar süresi, ne kurtuluş ve kuruluşu gerçekleştiren Mustafa Kemal Atatürk’e, ne ilk kırılmayı gerçekleştiren Menderes’e, ne de ülkeyi uluslararası kapitalizme doğrudan bağlayan Özal’a nasip olmuş. Üstelik benzer lider tipleri de tüm dünyada yayılıyor. Bu efkârlı analizler koronavirüs salgını ile iyice koyulaşıyor; bu salgının, (sivil) toplumu zayıflatacağı, otoriter devlet tipine ise meşruiyet kazandıracağı ileri sürülüyor.

Devlet idaresinde algı ile olgu arasındaki makas öyle açıldı ki, irade (kuvvetler ayrılığını ilga ederek gücü merkezileştiren bir irade de olsa) bu boşluğu dolduramıyor. Üç gün önce “enflasyonu tek haneli rakamlara indirmekte kararlıyız”, dediğinizde, enflasyonu ayarlama merkezine dönen TUİK dışında bu demecin bir alıcısı olamıyor. Bu toplum her gün hakiki hayatın soğuk gerçeğini deneyimliyor ki orada iki motif ön planda; yaşamını güvence altına alma arzusu ve gelecek umudu. Yaşam güvencesi can güvenliğinden epey fazla bir şeydir; dolayısıyla koronavirüs salgınının otoriter yönelimlere meşruiyet kazandıracağı önermesi, temelsizdir ve tam tersinin olması çok daha muhtemeldir.

BirGün Gazetesi 2004’ün Nisan ayında çıkmaya başladığında ilk yazım “Sermayedarın Vasiyetnamesi” başlığını taşıyordu ve okura not babında şu satırları düşmüştüm: “Yaşam ki; birgün mutlakanın iradeciliği ile belki birgünün kendiliğindenciliği arasında salınıp durur, o yaşama işçi sınıfını yeniden dahil etmek bu köşenin sorumluluğudur. Saygılarımla...” Aynı duygularla yeniden merhaba!