Kamusal alanlarda çıplak gezenlerin sayısındaki artış (?) ve cinsel ilişki yaşayan bir kaç örnek sosyal medyada çok geniş yer buldu. ‘‘Ne oluyor?’’ ya da "bize ne oldu?" soruları, “milletçe kafayı yedik”, “yozlaşma”, “ahlaki erozyon” saptamalarıyla yanıtlanıyor. Bu yüzeysel yanıtları bir yana bırakırsak en çok kabul gören açıklama “arkasında bir şeyler olmalı”, kuşkusu.

Pop-psikolojiyi (işkembeyi kübradan sallamak) bir yana bırakırsak, olaylar için ne söylenebilir? İlk yanıt, hiçbir şey. Bilmiyoruz. Neden çıplak olarak yürüyor, sokakta cinsel ilişkiye giriyorlar, bilmiyoruz. O insanlara sormadık. Emniyette verdikleri ifadeler üzerinden değerlendirme yapmak doğru olmaz. Onları bu eyleme iten ruh hallerini anlayabilmek için, kendilerini güvende hissedecekleri, sorgulanmadıklarından emin oldukları etik bir ortamda ruhsal durumları değerlendirilmeli. İlk ve en kesin kural muayene etmeden ruh hali hakkında karar verilemeyeceği.

Sosyal medyaya yansıyan üç cinsel ilişki olayının eğer doğruysa ilkinde madde ve zihinsel yetersizlik, ikincisinde sabah karanlığında yüksek düzeyde alkollülük, üçüncüsünde ise erkek eşcinsel yakınlaşması var. Çocuğuyla çıplak yürüyen kadın ve çıplak yürüyen erkekler hakkında hiç bir bilgimiz yok. Bu vakaların genelleştirilmesi ve içinde yaşadığımız politik baskı, belirsizlik ve ekonomik felaket ya da genel ahlakla ilişkilendirilmesi bilimsel değil.

Çıplaklık olaylarının kendileri değil ama olaylara verilen tepkilerin ortaklaşması tartışılabilir. En öne çıkan yorum, birilerinin bir şeyler planladığı yönünde. Birileri diye ima edileni ise herkes biliyor: iktidar! RTE AKP-MHP iktidarının seçimler yaklaşırken, seçime yönelik komplo ve kumpas stratejisi uygulayacağına dair kuşku yükseliyor.

RTE’nin elindeki son kozun bir tür hükümet darbesi için zemin hazırlayarak “dinci-şeriatçı” bir rejim darbesi olduğunu, bu amaçla da özü “Din elden gidiyor!” olan bir toplumsal kargaşanın fitilini ateşleyeceğine inananların sayısı artıyor. Bu inanca göre özellikle “genel ahlaka” aykırı, şok edici olaylar bilerek tezgahlanıyor ki, toplumun genelinde ahlaki yozlaşma kaygısı yükselsin ve katı ahlaki denetim ve cezalandırma uygulamalarına rıza üretilsin. Ahlakın ancak dinle mümkün olabileceğine, laikliğin dinsizlikle eş anlamlı olduğuna inandırılmış bir çoğunluğa yönelik bir komplo!

Komplo teorileri genel olarak olup bitenler hakkında kendisini “bilgisiz ve yetersiz” hisseden insanların kapıldıkları “hatalı akıl yürütme” olarak tanımlanır. Kendi güçsüzlük ve çaresizliğiyle yüzleşmektense karşı çıkılması imkansız derecede güçlü, gizli örgütlerin, yapıların her şeyi planlamış olduğuna inanmanın kaygıyı azalttığı biliniyor. Kaygıyı azaltır ama sorumluluktan kaçınmayı ve edilgenleşmeyi de artırır. Ancak komplo teorileriyle ilgili bu genel açıklamanın önemli bir bileşeni daha vardır. O da hükümetin (iktidarın) çok şeffaf, dürüst, yasalara uyan bir görünümde olmasıdır. Demem o ki “hükümet” yasa ve kurallara açıkça bağlıymış gibi görünmelidir ki, insanlar “Arkasında muhakkak bir kumpas olmalı” diye düşünmeye eğilim göstersinler.

Peki hükümet yasasızlığı, keyfiyeti, şiddeti açıktan ve hiç bir engel tanımadan uygularsa ne olur? Dahası bu tutumunu gizlemek bir yana daha da artıracağını beyan ederse. Herkesin gözünün içine bakarak yalan söylerse ve yalanı tekrar ederse. Her türden baskı ve sansür aygıtını, silah gücünü kullanmaktan çekinmeyeceğini ilan eder, polis şiddetini yaygınlaştırırsa. Güvenilirlik yanılsaması için çaba harcamak bir yana “sakın bana güvenmeyin, hepinizi yakarım, yaptım daha beterini yapmaktan da çekinmem” diye tehdit ederse?

İşte böylesi zamanlarda sıradan insanın her tür olayı bir kumpasın, komplonun işareti gibi yorumlama eğiliminin artması kaçınılmaz olur. Hele de çok sayıda somut örnekleri varsa. 2015 Haziran seçimleriyle Kasım seçimleri arasındaki dönem, İstanbul belediyesi seçimlerinin yineletilmesi süreci iki somut örnek.

Bu koşullarda muhalefete çok önemli bir sorumluluk düşer. Tek tek bireyleri cesarete çağırmayı bir yana bırakarak “örgütlü cesaretin önderleri” olmayı seçmelidirler. Zalimin gücünün kof olduğunu, korkusundan zangır zangır titrediğini sürekli anlatmalı ve onun zayıflığını, korkusunu öne çıkaracak, sinirlendirecek, tedirgin edecek eylemleri gerçekleştirmelidirler.

İktidar "sakın bana güvenme" diyor, öyleyse muhalefet "bana güven" çünkü diyerek başlamalı ve o güven talebini boşa çıkaracak en küçük bir gizli kapaklı iş bile yapmamalıdır. İnsan, kuşkunun en çok arttığı yerde güçten çok güven arar.