Sağlıkta çok sayıda rapor, değerlendirme yayımlanır. Bunlar genellikle hükümetlerin, sağlık bakanlıklarının, başta hekimler olmak üzere sağlık meslek profesyonellerinin değerlendirmeleridir. Sağlıkta memnuniyet anketleri yapılır, bunlar da ne kadar sahicidir bilinmez, genellikle yöneticilerin propaganda aygıtına dönüşür. Peki hastalar aldıkları hizmeti, durumlarını, deneyimlerini nasıl değerlendiriyor, yaşamları nasıl etkileniyor? Buraya bakmadan “doğru” sağlık hizmeti sunum modeli geliştirmek “insan odaklı” olamaz.

OECD geçtiğimiz hafta “Hasta Tarafından Bildirilen Gösterge Araştırmaları (Patient-Reported Indicator Surveys-PaRIS)” adlı çalışmanın ilk sonuçlarını yayımladı. Çalışma 45 yaş ve üzerinde kronik hastalığı olanların sağlık hizmetlerini nasıl değerlendirdiklerini ve yaşamlarının nasıl etkilendiğini araştırıyor. OECD, birinci basamak sağlık hizmetlerine değişik eğitim, gelir ve cinsiyet gruplarından insanlar yönüyle ışık tutan uluslararası çalışmanın alanında ilk olduğunu bildiriyor. Sonuçlar 15 ülke, bin 200 birinci basamak hizmet sunucusu ve 60 binin üzerinde hastadan elde edilen verileri toparlıyor.

Çalışmanın planlanması 2017 yılında başlamış ve veriler Ocak-Kasım 2023 döneminde toplanmış. OECD beş ülkeden daha eklenecek veriler ve daha detaylı analizlerle 2024 yılı sonunda geniş bir rapor yayımlayacağını bildiriyor. Türkiye OECD üyesi olduğu halde çalışmaya veri gönderen ülkeler arasında yok. Nedendir bilinmez, oysa birinci basamakta çok övünülen aile hekimliği sistemimiz var.

BİRİNCİ BASAMAĞIN BELİRLEYİCİLİĞİ

Bulgular birinci basamak sağlık hizmetlerinin önemini hasta penceresinden pek çok yönüyle gösteriyor. Çok sayıda kronik hastalığı olan hastalar bile, nitelikli birinci basamak hizmeti aldıklarında kendilerini daha sağlıklı hissediyorlar.

Birinci basamak sağlık hizmetlerine güven ülkeden ülkeye yüzde 35 ile yüzde 90 arasında değişiyor. Birinci basamak sağlık hizmeti alırken olumlu deneyim yaşayan hastaların genel olarak sağlık sistemine güveni artıyor. Çok çarpıcı bir veri, hastaların toplamda yüzde 78’i birinci basamak sağlık hizmet sunucusuna güvenirken, bir bütün olarak sağlık sistemine güvenleri bunun çok gerisinde, yüzde 60 ile 65 arasında değişiyor.

Hekiminden daha uzun zamandır hizmet alan hastaların güven duyguları artıyor, daha nitelikli sağlık hizmeti aldıklarını bildiriyorlar. Devamlılık önemli.

Hastaların yüzde kırktan fazlası kendi sağlığını takip edip yönetebileceğine güvenmiyor. Sağlık sorunları arttıkça ve eğitim düzeyi azaldıkça hastaların kendilerine güveni de azalıyor.

Kronik hastalıklar arttıkça kişiler kendilerini daha sağlıksız hissediyor. İnsanın kendini sağlıksız hissetmesinde kronik hastalıkların etkisi yaşlılıktan daha fazla. Birinci basamak sağlık hizmeti kullanan 45 yaş üzeri hastaların yüzde sekseninde en az bir kronik hastalık, dörtte birinde ise üç ve daha fazla kronik hastalık var. En sık görülen kronik hastalıklar: Hipertansiyon (yüzde 41), artrit veya sırt ve eklem sorunları (yüzde 31), kalp hastalıkları (yüzde 16), depresyon, anksiyete ve diğer ruh sağlığı sorunları (yüzde 15), şeker hastalığı (yüzde 14). Hipertansiyon ve kalp hastalıkları erkeklerde, eklem hastalıkları ile ruh sağlığı sorunları kadınlarda daha fazla bildiriliyor.

BİZDEKİ SAĞLIK SİSTEMİ

Peki Türkiye’de birinci basamak sağlık hizmetleri ve genel olarak sağlık hizmeti sunum modeli hastaların rahat etmesine olanak veriyor mu? Türkiye’de önceliği birinci basamak sağlık hizmetlerine, koruyucu hekimliğe, hastalanmamaya veren bir sağlık sistemi yok. Gittikçe artan özelleştirmelerle, şehir hastaneleriyle daha da belirgin hale gelen şey insanların hastalanması, çok hekime başvurması ve para kazanma üzerine kurulu sistemdir. “Sağlıkta Dönüşüm”ün temel ayaklarından biri sağlık ocaklarının tasfiyesi ve aile hekimliği sistemine geçiş oldu. Böylelikle toplum tabanlı modelden kayıtlı nüfus tabanlı sisteme geçildi. Bunun sakıncalarını son dönemde pandemide ve depremlerde gördük.

Aile hekimlerine getirilen günde 75’in üzerinde hasta bakılınca daha fazla ödeme yapılması modeli aslında sağlığı yönetenlerin bakış açısını çok açık gösteriyor. Birinci basamak sağlık hizmetlerine reva görülen de beş dakikada hasta bakmak, poliklinik sayısını artırmaktır. Aile hekimi başına nüfus halen 3500 dolayındadır. Sevk sistemi getirilmediği, tercih hep hastanecilik yönünde olduğu için bilimsel bir modelden söz etmek mümkün değildir.

OECD çalışmasındaki verilere dönersek, hastaların güven duyacakları bir sağlık hizmetine ulaşmak ve bunu birinci basamaktan başlatmak bu koşullarda mümkün gözükmüyor. Sağlığın piyasalaştığı Türkiye modelinde olmaz. İnsanların gerçekten sağlıklı olabilmesinin yolu, sağlığı hak olarak gören kamucu bir sistemi istemeleri ve mücadele etmelerinden geçiyor.