İnsan denilen biçim, yeryüzünü kendi bedeni gibi hissettiği zamanları unutmuştur. Fakat öyle bir an gelir ki kuşun kanadından kopan bir tüyün yeryüzüne düşüşünü, karıncanın su içişini, arının kanat çırpışını, dağlarda kesilen ağaçların acısını bir anda teninde hissedebilir.

Hatırlamak, iktidara direnmektir
Fotoğraf: Depo Photos

Bir beden nerede başlar, nerede biter? Eğer bedeni salt bir biçim olarak düşünüyorsanız bu sorunun yanıtı belli: Beden başladığı yerde biter. En fazla yapabileceğiniz, uzuvlarınızı olabildiğince açarak bedenin sınırını biraz daha öteye taşımaktır. “Yürüyebilir ve istediği yere erişebilir” diye itiraz edebilirsiniz. Nereye erişirseniz erişin, beden bir biçim olduğu sürece hacmi kadar yer kaplayabilir sadece ve dünya dışında kalır. Bir biçim olarak beden, dünyayı dışarıda bırakan, “ben ve ötekiler” diye ayrım yapan bir özne olarak inşa edilmiştir. Böylesi bir beden, Leonardo‘nun “Vitrivius Adamı” çiziminde çemberin ve karenin içine kapatılmıştır. Dünya ile arasına dikenli teller çekilmiş, hendekler kazılmış, mayınlar döşenmiştir. Zira dünya tehlikeli bir yerdir, ummadığı bir anda saldırabilir ve biçimini bozabilir, o yüzden kendini koruması gerekir. Ve biçimi bozulmadığı sürece dünya batsa umurunda değildir, fakat umurundaymış gibi yapabilir.

Bedenin nerede başladığı ve nerede bittiğine dair öyle deneyimler vardır ki, öznenin deneyimini aşar, beden ile dünya arasındaki sınır muğlaklaşır. Beden nerede bitiyor, yeryüzü nerede başlıyor, ayırt edemezsiniz. Deneyimlenen, kendilik hissinin çevreye doğru yayıldığı ekolojik bedenleşmedir. Beden artık hacmi kadar yer kaplamaz, yüzeyi ile yerin yüzeyi arasındaki ayrım ortadan kalkar, yeryüzünü kendi teniniz gibi hissedersiniz. Yeryüzünde olup biten her şey teninizde gerçekleşir, yeryüzünde var olan her şeyse bedeninizin bir parçası. Beden ile dünya arasındaki sınırların bulanıklaştığı ekolojik bedenleşme, küçük çocuklarda da görülür. Brian Massumi’nin çocuğu düşer ve “Neresi acıyor?” diye sorulduğunda dizini değil de düştüğü yeri gösterir. Yetişkinler acıyı sadece kendi bedenlerine mal ederken, çocuk acısını etkilediği ve etkilendiği yere, olay mahalline yerleştirir. “Bu yaştaki çocuklar, acıyı olaydan ayrı bir his gibi konumlandırmayı henüz öğrenmemişlerdir” (Massumi, Duygu Politikası, Otonom). Çocuklar duyguyu olaydan ayırmayı yetişkinler sayesinde öğrenir. İktidar tarafından kullanışlı biçimler olarak üretilen yetişkinlere olayı dışarıda bırakmaları, acıyı ise bedenlerine yerleştirmeleri öğretilmiştir. Olay mahallinden, dünyadan uzak durmaları gerekir, aksi taktirde canları bir daha yanabilir.

***

Dünya saldırgandır, yaralayabilir, hatta öldürebilir. Bir özne dünyadan ancak tahkim edilmiş biçimi sayesinde korunabilir. Ve yetişkin de ekolojik bir bedenleşme yaşayan çocuğa, dünyadan kesin sınırlarla ayrılmış bir biçim olduğunu öğretecektir. Çocuk ayağı taşa takılıp düştüğünde ne yapacağına, ağlayıp ağlamayacağına karar veremez, ip ucu arar ve anne babasına bakar. Ve ebeveynler haliyle çocukları düştüğünde kaygılanırlar, acaba çocukları yaralanmış, biçimi bozulmuş mudur? Ebeveynlerin yüzündeki kaygı işareti, çocuğun ağlamasını tetiklemeye yetecektir. Ve ardından herkesin ebeveynleriyle mutlaka yaşadığı, fakat hatırlamadığı dünyadan kopuş ve bedeni bağımsız bir biçime dönüştürme ritüelleri başlar: “Taş canını mı acıttı? Gel biz de onu dövelim. Al sana kötü taş!” Size çok masumca gelebilir ama ebeveynlerin taşı suçlu ilan etmeleri ve çocuğu taştan intikam almaya teşvik etmeleri, çocuğun dünyadan kopuşunu tetikleyecektir. Yarasını ve acısını yeryüzüne yerleştiren çocuk, ebeveynleri sayesinde yeryüzünün kendisine saldırdığını düşünmeye başlar ve dünya giderek bir nefret nesnesine dönüşür. Ekolojik bedenleşme süreci kesintiye uğramıştır. Bundan sonra başına gelen her şey için dışarıyı suçlayacak ve dünyayı bedenine yönelik bir tehdit olarak algılayacaktır. Artık çocuk biçime sokulma işlemlerine kolaylıkla boyun eğebilir.

***

İktidar biçimler üretir. Varlığını, dünyayla ilişkisi kesilmiş kapalı biçimlere borçludur çünkü. İnsan denilen biçim, yeryüzünü kendi bedeni gibi hissettiği zamanları unutmuştur. Fakat öyle bir an gelir ki, kuşun kanadından kopan bir tüyün yeryüzüne düşüşünü, karıncanın su içişini, arının kanat çırpışını, dağlarda kesilen ağaçların acısını teninde hissedebilir. Duygu, olay mahalline geri dönmüştür. Ve yeryüzünün kendi bedeni olduğunu hatırlar. İktidarın dayattığı biçim bozulur, dünya ile arasındaki mesafe yok olur. Yeniden yeryüzü olmuştur. Hatırlamak, iktidara direnmektir!