Yahudi karşıtlığı ile Arap karşıtlığının aynı anda yükselmesinden neden tedirgin olmalıyız? Hamas saldırısı sonrası başlayan ve halen devam eden “savaş hali” yüzleri, kimlikleri, ayrıntıları siliyor ve karşı olunanın sınırlarını her geçen gün genişletiyor.

İsrail’in mevcut hükümetinin politikalarına karşı olan çok sayıda İsrailli var; Yahudisi, Müslümanı, Hristiyanı, Arabıyla ve bu insanların tümü İsrail vatandaşı. Ama bu insanlar da Yahudi karşıtlığı parantezi içine alınıyor ve Hamas ve eşlikçisi bir kaç örgütün hedefi oluyor. Aksa Tufanı saldırısında katledilenlerin büyük çoğunluğu İsrail hükümetinin politikasına karşı olan Yahudilerdi. İsrail, Filistin, Gazze’de (ki bu sınırlar da tartışmalı) yaşayan ve Hamas ideolojisine karşı olanlar da Müslüman Arap parantezi içine alınıp düşmanlaştırılıyor. Böyle olunca iki politik hareket (Hamas vb. ile Netanyahu Hükümeti) arasındaki savaş, Yahudi-Arap savaşı olarak tanımlanmaya başlıyor. Arap ağırlıklı nüfusa sahip devletler, Filistinliler Arap değiller, onların kökeni Fenikeliler ya da aslında Girit’ten göç etmişler demeye getiriyorlar.  Bu kez Yahudi-Müslüman savaşı var, Müslümanlar neden İsrail’e hep birlikte savaş açmıyor çığırtkanları haykırıyor.

Derdim İsrail-Filistin çatışması değil sadece, oradaki ölümler de canımı yakıyor elbet. Orada olan şimdi burada da olmaya başlıyor diye kaygılanıyorum. Kürt sorunu, hızla “İsrail Filistinleş(tiril)iyor”. Tehlike, politik düşünce farklılıklarının silinip sorunun, Türk ve Kürt karşıtlığına dönüş(türül)mesi.

Kürtlerin haklarını savunan herkesin “Türk düşmanı Kürt”, ve silahlı çatışma/ mücadeleye karşı olan herkesin de “Kürt düşmanı Türk” parantezine alınması.

Asıl tehlikeli olan ise herkesin herkese karşı olması durumunun bir rekabet ya da yarış olmaktan çıkıp, bir ölüm kalım savaşına dönmesi. İktidar ve yönetmek için rekabet etmekten öte bir durum bu; varkalımın ancak karşı tarafın yok edilmesine bağlı olduğu inancının yaygınlaşması.

21. yüzyılı başlatan, 11 Eylül 2001 saldırısı sonrası Bush’un “ya bizdensin ya düşman” sloganıydı. Çeyrek yüzyıl sonra bu slogan artık politik alandan gündelik hayata ve sıradan insanlararası ilişkilere kadar yayılmış ve zihinleri ele geçirmiş durumda. Üstelik ucunun buraya geleceğini hiç düşünmeden, herkesin dört elle matah bir şeymiş gibi sarıldığı “karşı(t) olma” fetişinin de çok büyük katkısıyla gelişti süreç. “Karşıyım karşı, her şeye karşı” diye coşkuyla eşlik ederek hem de.

Karşı olma çabasının ardında ancak farklı olabilirse görünebileceğini sanma kaygısı vardı. Neoliberalizm her şeyi mekansızlaştırarak, tarihsizleştirerek, geleneği kesip atarak, insanları görünmezleştiriyordu. İnsanlar da ancak bir fark yaratabilirlerse var olduklarını hissedebilir olmuşlardı. Her şeye karşı olma çabasının ardında kendi duygu, düşünce, inanç, beğenisinin de değerli olduğunu gösterebilme gereksinimi vardı. İki binli yıllar boyunca “ben böyle yapıyorum” demenin sihrine kapılmayan kaç kişi oldu ki? Bugüne kadar hep şöyle yapmışlar ama “ben” böyle yaptım, demeyi sevmeyen oldu mu? “Herkes” Bolonez sosu geleneksel tarifine uyarak yapıyor ama “ben” içine bir tutam da zencefil koyuyorum, “çok farklı” oluyor!

“Ben”, “herkes”, “farklı” sözcüklerinin büyüsünde eriyip gidildi ve “ortak değer”, “evrensel ilke” “herkesi bağlayan kural” gibi kavramlar tu kaka edildi. Böylece iktidarlar farkı, bir zenginleşme, çoğalma olmaktan çıkarıp, bir hiyerarşi gerekçesine dönüştürdü. Öteki, besleyip çoğaltan bir zenginlik yerine tehdit eden bir düşman haline getirildi.

Farklı olma çabası aynılaştıkça, fark ancak güçlü olanın zayıf olana dayattığı bir aynılaştırma aracına dönüştü. Farklı olma hakkı güçlü olanın tekeline girdi ve iktidarı elinde tutanların kendilerini hiç bir kurala bağlı hissetmemelerini sağladı. Zencefil ekleyerek fark yaratmanın büyüsüne kapılanlar, “ben Anayasa’yı” şöyle yorumluyorum” diyenin gücüne boyun eğdiklerini fark edemediler bile. Fark, güçlünün zayıfı dışlama, ezme gerekçesine dönüştü.

Yoksul evlerden yoksul çadırlara kadar indi asker ölümleri. İş bulamadığı için sözleşmeli asker olmaktan başka çare bulamayan yoksul halk çocukları ölüyor durmadan. Her ölüm karşı olunanın sınırlarını genişletiyor ve iktidarını koruma telaşında olanın “ya bendensin ya da düşman” söylemine dayanak oluyor.

İnsanlık tarihi boyunca halkların, toplulukların birbirlerine durduk yerde düşman oldukları hiç görülmemiş. İnsan insanı başka bir güç etki etmediği sürece ancak “aç kalmamak” için yemiş. Halkları birbirine iktidarlar düşman etmişler. Bunu da açlığı önlemek için değil, kendi iktidarlarını korumak ya da zenginleştirmek için yapmışlar.

Karşı(t) olacağımız tek kavram sırf “karşıt olmak için karşı(t) olma” hali olmalı. Bütün karşılıksız karşıtlıklara karşı çıkmanın yolu ise Faşizm karşıtı olmaktan geçiyor. Türk, Kürt, Yahudi, Müslüman, Arap, kadın, erkek, LGBT karşıtı olmak, bizi herkesin herkesi yok etmeye çalıştığı çıkmaz yola sokar; savaş çıkmazı.

Bizim devrimci yolumuz ise sadece faşizm karşıtlığının açtığı yol olabilir. Herkesin hemen şimdi koşulsuz barış istediği, hiç bir farklılığın hiyerarşik üstünlük gerekçesi olamayacağı, farklı olanın karşı(t) olunması gereken bir tehdit olarak görülemeyeceği çağrısını, haykırmalıyız. Büyük insanlık için…