21. yüzyıl futbol tarihini etkileyen 3 takım vardır bana göre. 2005 sonrası, özellikle Guardiola ile zirvesini gören Barcelona...

21. yüzyıl futbol tarihini etkileyen 3 takım vardır bana göre. 2005 sonrası, özellikle Guardiola ile zirvesini gören Barcelona, Mourinho’ya sonuna kadar hakettiği “Special One” lakabını kazandıran Chelsea ve 2004 Yunanistan’ı. İdeal futbol bunlardan hangisidir? Ya da bir takım için ideal olan, onu başarıya götüren felsefe ve bunun sahadaki tezahürü, genel-geçer bir başarı reçetesi yaratır mı?

Barcelona bu dünyanın dışından gelen bir takım olmakla taçlandırıldığından beri onların oynadığı oyuna methiyeler düzüldü. Bunların hiçbirisi haksız değildi, çünkü bu sporu tüm rahatsız edici etkenlerden bağımsız olarak sevmenizi sağlıyor ve ona inancınızı kaybettirmeyecek bir şey veriyorlardı sahada. Yıllardır kendimize sorduğumuz “Xavi ve Iniesta bu kadar başarıdan sonra hala nasıl motive olabiliyorlar?” sorusunun cevabı da burada. Bu 2 adam müzelerine girecek kupa, boyunlarına takacak madalyayı çok düşünmüyorlar. Küçük yaştan beri yaratıcı olmayı, insanoğlunu şaşırtmayı, içlerinde bulundukları ortamı güzelleştirtmeyi düşünerek eğitildiler. Lionel Messi’nin futbolu Barcelona’da bırakmak istemesi cebine giren rakamın büyüklüğü değil elbet, onu yaptığı işten zevk almasını sağlayan adamlarla olmak. Bu şehir, Katalanların simge insanlarından Gaudi’nin eserlerinde de insana aynı duyguyu hissettiriyor. Ama bütün bunların “ideal” olduğunu halen söyleyebilir miyiz? Kimsenin onların bileğini bükemeyeceği düşünülürken, Setubal’lı bir adam 3 sene önce Şampiyonlar Ligi yarı finalinde durdurdu bu estetiği. Kalenin önüne otobüs çekerek. Aynen 2004 Yunanistan’ının onları Avrupa’nın zirvesine oturtan maçlarda yaptığı gibi. Hangisi idealdi? İdeal kelimesinin “toplumun genel çoğunluğunca kabul edilen” anlamı olduğu kadar “kişinin gerçekleştirmeyi istediği misyon, düşünce” gibi bir anlamı da vardır. Mourinho’yu yaptığı için suçlamak anlamsız, çünkü onun yaptığı o günün şartlarında bir başarı haritasıydı. Misyonunun bir aracı.  

Proje takımları

Süper Lig’in lideri Galatasaray sezon başında futbolumuzun son “Rüya Takım”ı olarak lanse ediliyordu. Geçtiğimiz sezon 11. Hafta sonunda takım 19 puanla lider Fenerbahçe’nin 5 puan gerisindeydi. Bugün liderlik koltuğunda, ama yıllardır kulübe büyük hizmetler verdikten sonra gönderilen kaptanlarının gölgesinde acı çeken ve kendi hocalarıyla kıyaslanmayacak derecede olumsuz eleştiri alan bir teknik adamla çalışan Fenerbahçe’den büyük bir farkları yok. Üstelik, zorluk derecesi açısından çok farklı olmayan Avrupa macerasında rakipleri kadar rahat değiller. Asıl önemlisi de onları şampiyon yapan geçtiğimiz sezonki oyun karakterlerinden çok uzaklar. Halbuki geçtiğimiz sezon ligin zirvesine oturdukları kadrodan sadece 2 adam onlara bu sezon hizmet veremiyor. Necati Ateş ve Engin Baytar. Öte yanda yapılmış bir dolu ilave var. Takım geçen sezonki gibi aşağı yukarı 15 kişilik bir kadroyla mücadele etmiyor? Peki sorun ne?

Futbol takımlarının işleyen kadrolarının kendine has bir dinamiği vardır. Bu dinamiğin bozulması bir teknik adamın isteyeceği en son şeydir. Aydın Yılmaz’ın yıllar önce Konya’da bir kış gecesinde attığı golden beri kullandığı kredinin en büyük balon ödemesini geçen sene yaptığı açık. Bunun sadece evlenmesi ve çocuğu olmasından ileri geldiğini düşünenler fena halde yanılıyorlar. Futbolcu bu sezon, yine eski günlerini hatırlatıyor. Etkisiz, parıltısız, vasat.  Fatih Terim’in takımı bir proje takımıydı. Eğer yıllara yaydığınız bir büyüme projeniz yoksa baştan yaratılmış takımların önemli bir riski vardır. Zira ağırlık merkezleri ve değişkenleri çok fazla değildir ve bu yüzden de form düzeyindeki iniş çıkışlar her şeyi berbat edebilir. Tüm bir yaz devresini Twitter’dan Galatasaray taraftarına seslenerek geçiren Felipe Melo’nun formsuzluğunun Selçuk İnan’ı ne hale getirdiği ve Yekta Kurtuluş’la oynanan Cluj maçındaki ufak parlamanın etkisi görmezden gelinemez. 33 yaşında yarım sezon alınan Necati Ateş’in Galatasaray’a yaptığı katkıyı, Süper Lig’in gol kralı Burak Yılmaz yapabilmiş midir? Bu spor hiçbir zaman şahsa dayalı takviyelerin başarı garantisi getirdiği bir spor olmadı. O meşhur Barcelona, kariyerinin son 5 yılını şampiyonluklarla geçirmiş Ibrahimovic’i aldığında korkunç bir takıma dönüşmüştü kağıt üzerinde. Ibra Katalunya’dan arkasına bakmadan kaçtı, o şehri de, hocasını da, yaratılan sistemi de sevmedi.

Ülke futbolundaki takımların kendi misyonlarını gerçekleştiren takımlara sıkıca tutunmaları gerekiyor. Sevilen, arzu edilen, dikkat çekici hamleler her zaman o misyonun gerçekleştirilmesine katkı sağlamazlar. İdealizm rüyalarla değil, hedefe odaklanma ile ilgilidir.