Türkiye’de ana akım siyaset alanı bir başka düzlemde de saflaşıyor. Bu saflaşmayı “insanlığın ortak değerleri” kavrayışına sahip olanlar ve olmayanlar şeklinde tanımlayabiliriz. İfade patenti Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait olan “yerli-milli” adlandırmasıyla kuşkusuz ilgili ama onunla sınırlı olmayan bir saflaşmadan söz ediyorum.

Sözünü ettiğim insanlık değerlerinin inşasında insan aklını özgürleştiren, dolayısıyla kaderi/yazgıyı dünyevileştiren Aydınlanma Çağına öncülük verilebilir. Aynı şekilde, insanlığın eşitlik arzusunu uhrevi örtülerden sıyırarak dünyevileştirmesi ve özgürlük idealiyle birlikte evrenselleştirmesi nedeniyle Büyük Fransız Devrimi ikinci sıraya yerleştirilebilir. Bu birikimlerin üzerine, mülk sahibi olmayan halk sınıflarının insanlık tarihinde ilk kez “biz yönetebiliriz” iradesi ile ayağa kalktığı 1848 Devrimleri ise ortak insanlık değerleri kavrayışının kurucu dönemi olarak görülebilir.

1848 Devrimleri, aynı zamanda çağdaş siyasal akımlara da kaynaklık etmiştir: Sosyalizm, sosyal demokrasi, liberalizm, milliyetçilik gibi akımlarla andığımız ve halen mevcutmuş gibi davrandığımız siyasal yelpazenin köklerini de aynı dönemde bulabiliriz.

Yeni Toplumsal Hareketlerin miladı olarak anılan 68’ İsyanları ise yukarıda sözünü ettiğim tarihsel birikimi araçsalcı akılcılığa indirgeyen siyasal akımlarla hesaplaşması bakımından son derece önemlidir. Bu katkıyı akılcılıkla topyekûn mücadeleye hasreden post ön ekli akımlar, “insanlığın ortak değerleri” kavrayışının reddine varan politik etkileri nedeniyle, bugün bitap vaziyettedir. Bununla birlikte, insanlığın ortak haznesine yerleşmiş olan eşitlik - özgürlük - kardeşlik ilkelerinin; ırkçı, cinsiyetçi ve homofobik olmayan değerlerle zenginleşmesine katkısı itibarıyla 68 İsyanları son derece önemlidir. Bu listeye insanı doğanın bir parçası olarak kavrayan çevreci akımları da eklememiz gerekiyor.

20. yüzyıla rengini veren belli başlı politik akımların tamamı, kendi programlarını “insanlığın ortak değerleri” olarak vaaz edilen değerlere uyum içinde gördüler. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı gibi emperyalist paylaşım savaşları, Güney Yarımküreyi kuşatan sosyalist devrimler, işaret fişeği Anadolu’dan atılan anti-sömürgeci bağımsızlık savaşları; bütün bu trajediler, ortak değerlerin inşasında anahtar roller oynadılar. Zira “insanlığın ortak değerleri” denilen alan, bir mücadele alanı doğdu ve gelişti. Emperyalistlerin bu alanı ne büyük bir ikiyüzlülükle istismar ettiğini BirGün okurlarına anlatmak gerekmez. Lakin bugün hatırlanması gereken husus şudur ki, emperyalizme öldürücü darbeler indiren devrimci ve bağımsızlıkçı mücadelelerin tamamı, ortak insanlık idealinin savunucu olmuşlardır.

Öyle olmasaydı, Mustafa Kemal işgal altındaki Anadolu’da kadınların –dikkat buyurun kadınların- Fransız ve İngiliz gazetelerine, “çocuklarınız topraklarımızda işgalci; misafir olarak kapımız açık ama işgalci olarak başlarına bir şey gelirse sorumlusu hükümetlerinizdir” mealinde telgraf çekmesini örgütler miydi? Tarihe bakın; emperyalizme kalıcı darbeler indirmiş bütün başkaldırılar, emperyalist ülke haklarının gönlünde taht kurmuş başkaldırılardır.

Emperyalist ülkeleri, halklarıyla birlikte düşman belleyenlere gelince… Son örneği kelle keserek Batılı düşmanlara korku saldığını sanan IŞİD’de görüldüğü gibi, evrenselliği kendi tekliğine indirgeyen siyasallaşmış dinci akımlar başta olmak üzere, aynı kumaştan bütün ırkçı-gerici akımlar, emperyalizmin maşası olmaktan öte bir işleve sahip olamazlar. Aynı şekilde, kapitalist sermaye birikimin son 30 yıllık politik etkilerine (neoliberalizmin seyri de diyebiliriz) bakıldığında, sermaye sınıf bakımından “ortak insanlık değerlerinin” gittikçe ağırlaşan bir yük olarak görüldüğü de rahatlıkla söylenebilir.

Türkiye’yi sevk ve idare edenler ile bu idareye anti-emperyalist vb. vehimler atfedenlerin ortak paydası, insanlığın ortak değerleri gibi bir kavrayışa sahip olmamalarıdır. Oysa “yerli ve milli” olan bir değer, eğer insanlığın ortak değerleri ile uyum içinde değil ise, orada sadece emperyalizm kazanır, halklar ise kaybeder! Ayırım ya yerli-milli ya kozmopolitan olmak şeklinde değildir; yerli-milli olan bir değer, pek ala toplumsal cinsiyet ve çevre kavrayışı ile güçlendirilmiş şekilde, insanlığın eşitlik ve özgürlük arzusu ile uyum içinde olabilir.

“Zalimin talim ettiği yola minnet eylemem” diyen Nesimi, sizce de insanlığın ortak arzusunu dillendirmiş değil midir?