Siyasal alanda süregiden çatışmanın sembol sözcüğü “şeriat” olacağa benziyor. Muhalefet, iktidarın yapıp ettiklerini şeriatı getirme gayreti olarak yorumlamakta kararlı. İktidar da her türden şeriat eleştirisini cezalandırmaya gayret ediyor. Sözcüğün kendi başına kutsallık içerip içermediği, dahası anlamı bile tartışma konusu oldu.

Bir kavramın anlamı ve sınırları hakkında herkesin farklı fikirleri olduğunda o kavram tekinsizleşir. Muhalefetin şeriat ve onun getirilme çabasından anladığıyla, iktidarın şeriattan ne anladığı ve ne yaparsa getirmiş olacağını kabul ettiği arasında fark olmasından söz ediyorum.

Örneğin, Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırladığı yeni müfredatta biyoloji dersinin merkezine “yaratılış teorisi”nin konulması ya da “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) projesi, planlı bir şeriata geçiş stratejisinin uygulamaları mı? Öyle ise nasıl bir şeriat getirilmeye çalışılıyor?

∗∗

Sol hariç muhalifler, iktidarın uygulamalarını Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığına bağlayarak olup bitenleri bir karşı devrim süreci olarak değerlendiriyorlar. Tarihi böyle “hatırladıklarında” RTE’yi, II. Abdülhamit ve Vahdettin ile ilişkilendirerek onların ardılı olarak görüyorlar. Yıllardır, çokça insanın söylediği, uyardığı bir tuzağa düştüklerini fark edemiyorlar. RTE’nin belirlediği “siyasal söylem düzeni”nin içinde kaldıkları için tarihi bu gözle okuduklarının farkında değiller.

Nedir o söylem? “Bir zamanlar cihan imparatorluğuyduk, sonra içimizdeki hainler ve dışımızdaki düşmanlar bizi zayıf düşürdüler, gelecekte bir gün yine dünyanın en büyük, en güçlü, en zengin devleti olacağız!”

RTE ve avenesi kendilerini Yeni Osmanlı olarak adlandırdılar ve muhalefet de “Bakın bunlar Atatürk düşmanı” diye hemen elindeki tuzla koşturdu. Bunca yıl sonra bile hâlâ Devlet Bahçeli’ye “Senin Atatürk düşmanlarıyla ne işin var?” diye sitemkâr hesap soranların acınası halleri de aynı sebepten. Sanki RTE’nin Atatürk düşmanı olduğunu “halk” fark ederse ona oy vermeyecekmiş gibi… Hangi halksa o!

∗∗

Geçen hafta Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat için Vakıf’ın (TAKSAV) siyaset söyleşilerinden birinde sevgili Galip Yalman Margareth Thatcher’ı hatırlattı biz dinleyicilere. Otoriter liderler, popülist liderler, neofaşizm tartışmaları dünyada henüz yapılmıyorken 1979’dan 1990’a kadar Birleşik Krallık’ı yöneten “Demir Leydi”ydi.

RTE’yi Abdülhamit’in değil de Demir Leydi’nin varisi olarak kabul etsek, RTE’nin 2002 yılından bu yana yapıp ettiklerini nasıl değerlendirebiliriz diye düşünelim mi? “Bizim” Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı, Osmanlı hayranı bir dinci olarak gördüğümüz kişi, küresel ekonomiyi yönetenlerce nasıl bir “kişi” olarak görülüyor, ne dersiniz? Hadi bir soru daha soralım kendimize: Neden sol dışı muhalefetin aktörlerinden figüranlarına hemen herkes “çakma Erdoğan” olmaya hevesleniyor? Neden “RTE’yi yense yense İmamoğlu yenebilir” sanılıyor?

Yani “şeriat tehlikesi” yok mu? Tehlikenin farkında olmayanlardan mı olalım?

Ortada bir “şeriat” özlemi ve tehdidi söylemi dolanıyor dolanmasına da, bu tehdit, bir gün Anayasa’ya “Türkiye bir İslam cumhuriyetidir ve şeriatla yönetilir” ibaresinin konulması değil. Aslında iktidarıyla muhalefetiyle değişimin aktörleri yeniyi eskinin giysileriyle getirmeye çalışıyorlar. RTE ve avenesinin zihinlerinde ölmüş kuşakların geleneğinden başka bir şey yok. Gördüklerinin kâbus olduğunun farkında olmadan yaşadıkları gündüz düşünün tadını çıkarıyorlar. Muhalefetin tatlı hülyasını da biliyoruz; bir Atatürk gelecek!

∗∗

Suudi Arabistan Miss Asia 2024 güzellik yarışmasına Rumi Al-Qahtani adlı kendi “güzelini” gönderdi. Aday “açık saçık giysisi” ile “başı açık" olarak üzerinde Kelime-i Tevhid yazan Suudi Arabistan bayrağıyla poz verdi. Bizim muhalifler şaşkın ördek gibi oldular. Şaşırmakla kalmayıp "Bakın Suudlar bile şeriattan vazgeçiyor" diye sitem ediyorlar! Çünkü kendi korkuları ve halka saldıkları korku, RTE şeriatı getirirse kadınları kara çarşafa zorlayacak korkusuydu. RTE iktidarının yapıp ettiklerinin vahabileşme, gericilik, irtica, Osmanlı’ya özlem olduğunu sanıyorlar(dı).

İktidarın dilinden konuşmayı bırakıp, ezilenin, yoksulun, yoksun bırakılanın diline dönmeyen bir muhalefetin başarı şansı pek olmayacak. Eskaza başarsa da RTE diliyle devam ettiği sürece pek bir şey de değişmeyecek. Peki, sol dışı muhalefet yoksulun dilini biliyor mu, orası biraz şüpheli.