Bir zamanlar bir halk vardı, her halk gibi o da aynanın içinde tutsak kaldı. Şimdi bizim tüm hareketlerimizi taklit ediyor. Borges’in öyküsü, Lacan’ın ayna evresi anlatısına hiç benzemiyor. Lacan’da ayna benliğin inşasında rol oynarken, Borges’de benliğin yıkımına neden olur; benlik, köle bir yansımaya dönüşür. “Aynalar dünyasıyla insanların dünyası şimdi olduğu gibi birbirinden kopuk değildi. Üstelik oldukça farklıydı da; ne varlıklar ne renkler ne de biçimler aynıydı. İki krallık, ayna krallığı ve insan krallığı uyum içinde yaşarlardı, aynalardan içeri girip çıkabilirlerdi. Bir gece ayna halkı yeryüzünü istila etti. Güçlüydüler, ne var ki Sarı İmparatorun sihir marifetleri baskın çıktı. İstilacıları geri püskürtüp aynalarına kapattı; onları, sanki bir rüya alemindeymişçesine, insanların tüm hareketlerini tekrarlama işiyle memur kıldı. Bu yaratıkları kendi güçlerinden ve biçimlerinden yoksun bırakıp sadece köle yansımalar durumuna soktu. Gelgelelim gün gelecek, tılsım bozulacaktır.” (Düşsel Varlıklar Kitabı).

∗∗∗

Borges’in öyküsü başka türlü de anlatılabilir:

Bir zamanlar sadece yeryüzünde yaşayanlar vardı, ekran denilen bir arayüzey icat edildi ve ekranda yeryüzündekinden farklı bir dünya ve halk yaratıldı. Başlarda yeryüzü halkı ile ekran halkı şimdi olduğu gibi birbirinden kopuk değildi, ekrandan içeri girip çıkabilirlerdi. Her iki halk da birbirlerinden etkilenir ve karşılıklı olarak birbirlerini etkilerlerdi. Fakat aralarında temsil sorunu ortaya çıktı. Yeryüzünde yaşayanlar ekranda yeterince temsil edilmediklerini düşünüyorlardı ve ekranı işgal etmeye karar verdiler. Güçlüydüler. Bunun üzerine despot sihir marifetlerini kullanarak istilacıları geri püskürttü. Ekran halkıyla yeryüzü halkı arasındaki tüm geçişler kapatıldı. Despot, yeryüzü halkını ekrandaki gösterilerle büyüledi. O zamandan beri yeryüzü halkı, ekran halkının tüm hareketlerini taklit ediyor. Temsil edilmek için ekranları işgal edenler şimdi, ekran kişiliklerini yeryüzünde temsil etmek için birbirleriyle yarışıyor. Elbette Borges’in öngörüsü yeryüzünde yaşayanlar için de geçerli: “Gelgelelim gün gelecek, tılsım bozulacaktır.” 

Tüm mesele, tılsımda düğümleniyor. Düğümü, Büyük İskender’in kılıcıyla çözmesini bekleyenler var. Ne var ki Büyük İskenderlerin her edimi, küçük iskenderlerin daha fazla büyülenmesine yol açıyor. Tılsım, küçük iskenderleri kudretsiz ve şekilsiz bıraktı; vapurda, trende, otobüste, hatta kaldırımda yürürken bile birbirleriyle yüzleşmek yerine ekrana bakmaya, ekrandaki hareketleri, düşünceleri, duyguları taklit etmeye memur kılınmışlar. Ekrandan kafalarını kaldırıp birbirleriyle konuştukları da olmuyor değil, böylesi zamanlarda hava dırdır sesleriyle çınlıyor. Dırdır, “dır” ile biten cümlelerin, olup bitmiş şeylerin birbirine eklemesiyle üretilmiş, matkap gibi insanın içini oyan, kederlendiren bir sestir, mevcut olan sorunu çözmek yerine çoğaltıyor. Sırf dırdır ettikleri için küçük iskenderlerin hiçbiri artık kendisi olamıyor, benlikleri ekranda üretilen benliklerin soluk bir kopyası. Dırdırlarıyla birbirlerinin hayatlarını berbat ettikçe küçük iskenderler daha fazla kedere gömülüyor. Elbette bu düğümü çözse çözse yine küçük iskenderler çözecek, kendi bedenleriyle, muktedir oldukları yerel kuvvetlerle. Ekran başından bir kalkabilseler tılsım bozulacak ve kederli bir hayatın kurbanları olmak yerine, neşeli bir hayatın faillerine dönüşecekler ama olmuyor, dırdırlar tükenince mecburen ekrana dönülüyor. Ekranda “biz” üretiliyor ve küçük iskenderler, ekrandakileri taklit ettikleri ölçüde “biz” olabiliyor.

∗∗∗

Borges’in öyküsünde tılsımdan ilk kurtulan, daha doğrusu bizi taklit etmeyi bırakan balıktır: “İlk önce balık uyanacak. Aynanın derinliklerinde, soluk mu soluk bir çizgi göreceğiz; bu çizginin rengi başka hiçbir renge benzemeyecek. Sonra diğer biçimler kımıldayacak. Yavaş yavaş bizden farklılaşacak; yavaş yavaş bizi taklit etmeyi bırakacaklar.” Akışkan bir çizgi olarak balık, görünür olanı taklit etmek yerine farkı görünür kıldığında diğerleri de farklılaşır. Gelelim yeryüzüne; balık uyanır, fakat diğerleri uyanmaz, bizi taklit etmeyi bırakmaz. “Biz”, köle benliklerden müteşekkil bir kütle; köle benlikler, hayatları zehirlemekten başka bir işe yaramıyor.