İşgal güçleri büyük bir iştahla saldırıyor. Savunma hatları bir bir parçalanıyor. Sonra yeni bir savunma hattı kuruluyor yerine. Ölüm kokuyor toprak. Çiçeğin, böceğin, ağacın, kuşun ölümü kokuyor.

İşgalci güçler medeniyet getiriyor. Me-de-ni-yet. Gözleri parıldıyor hepsinin. Dolar işaretleri parıldıyor gözlerde.

İŞ MAKİNELERİ ÇALIŞIYOR

Binalar yükseliyor. Saraylar, hanlar yükseliyor. Gökdelenler yükseliyor. “Yol medeniyettir.” Öyle diyor bir devlet büyüğü. Bağlantı yolları, havaalanları, kanallar, köprüler. İstihkam bölükleri “her-şey-sermaye-için” diye uygun adım yürüyor. Sermayenin önündeki engelleri kaldırıyorlar bir bir. Yol yapıyorlar. Ormanlar, yaylalar, su havzaları nasıl işgal edilecek yoksa. Yol, yerleşimi çağırır, medeniyeti çağırır.

Amaçları net: ‘Medeniyetin girmediği tek bir yer kalmayacak. Sermayenin kontrolüne girmedik tek bir yer. Satılmayacak tek bir yer kalmayacak.’

Ne demişti Cumhurbaşkanı, ‘Medeniyet için gerekirse cami bile yıkılacak.’ Nasılsa yerine yüzlerce cami yapılabilecek yeni alanlar açılacak.

• • •

Doğu Karadeniz’de yaylalarını yapılaşmaya açma projesi olan yeşil yol yani yeşil medeniyet projesi halkın kurduğu savunma hattını aşamadı. Havva Ana direnişin simgesi oldu. Soruyordu Havva Anamız ‘kimdir devlet’ diye. Elde ettikleri servetten gözü dönmüş yandaş medyada hemen bir itibarsızlaştırma operasyonu. Ankara’nın ortasında yükselen Kaçak Saray’a kol kanat geren gazetelerde manşet aynı: ‘Devlete meydan okuyan Havva Ana’nın kaçak çiftliği.’

• • •

İşgalci güçleri Karaburun’da da ilerliyor. Dağların arasından kıvrılarak gelen zorlu bir yolu vardı Karaburun’un. Şeyh Bedreddin yiğitlerinden Börklüce Mustafa’nın kardeş sofrasını kurduğu yer Karaburun. Türkiye’nin denizi en temiz, doğası en güzel yerlerinden biri. Önce yeni bir yol yapımı başladı. Bitti mi bitmedi mi bilmiyorum. Ama medeniyet rüzgâr santralları ve balık çiftlikleri ile geliyor bağıra bağıra. Sermayenin iştahına ket vurmak mümkün değil ama eylemine dur demek mümkün. O yüzden direniş sürüyor.

Bu süreçte onuncusu gerçekleştirilecek olan Karaburun Bilim Kongresi sermayenin doğasını deşifre etmeyi amaçlıyor. Kongrenin teması ‘Sermayenin doğası: Soykırımlar, katliamlar, savaşlar!’ olarak belirlenmiş. Karaburun Belediyesi soykırım tartışılacak diye kongreden desteğini çekmiş. Anlamak mümkün değil. Bilimsel bir toplantı bu. İnsanlık tarihi, insana ve doğaya karşı işlenen suçların tarihi. Medeniyet diye yok edilen halkların, talan edilen toplumsal kaynakların, zehirlenen toprağın, yok edilen türlerin, genetiği ile oynanan tohumların, çalıştığı işyerlerinde göz göre göre ölüme terk edilen, zehir soluduğu için meslek hastalıklarının pençesinde erkenden ölen işçilerin, komşunun malı mülkü ile zenginleşenlerin sermayenin doğası ile ilişkisini tartışmak bir zorunluluk değil de nedir? Nâzım Hikmet Şeyh Bedrettin Destanı’nda fetihçi bir ruhla Karaburun’a kardeş sofrasını yok etmeye gelen Şehzade Murat’ı şöyle tanımlar: ‘Kırlarda çocuk başlarını / Kanlı gelincikler gibi koparıp /çırılçıplak çığlıkları sürükleyip peşinde /beş tuğlu bir yangın geliyordu karşıdan ufku sarıp/… Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın sonu / fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla/ Oysaki onlar bu toprağı/bu kayalardan bakanlar, onu, /üzümü, inciri, narı, /tüyleri baldan sarı, /sütleri baldan koyu davarları, /ince belli,/ aslan yeleli atlarıyla /duvarsız ve sınırsız /bir kardeş sofrası gibi açmıştılar.’

Kuzey Ormanları’nda, Gezi’de, Karaburun’da, Karadeniz yaylalarında direnenler bakıyorlar şimdi toprağa. Belki yenilecekler Bedrettin yiğitleri gibi, belki kazanacaklar. Ama ortak alanlarımızı kendi kişisel çıkarları için yağmalayanlara dur diyemezsek, kurda, kuşa, çiçeğe, ağaca ve çocuklarımıza verecek hesabımız mutlaka olacak.

Not: Kendi gibi düşünmeyeni, kendi dar grup çıkarlarına engel gördükleri kurumları, kişileri yalan ve iftira ile itibarsızlaştırmayı ve karalamayı siyaset zannedecek kadar acizleşmeyi sağ geleneklerde anlamak mümkün de solda anlamak mümkün değil. Bu itibarsızlaştırma kampanyalarını doğruluğunu sorgulamaksızın yaymaya çalışanlara ise diyecek bir şey yok.