Gary Lineker, Almanların kazanma istikrarına esprili bir yaklaşım getirip “futbol basit bir oyundur”, bizzat bir Alman olan Jupp Derwall ise “futbol asla basit bir oyun değildir” demişti. Bu sözleri söyleyen adamlardan ilkinin, Türkiye futbolundaki devrim niteliğindeki gelişmelerden hemen önce, ulusal takıma karşı bol gollü galibiyetler alan İngilizlerin oyuncularından birisi, diğerinin de bizzat devrimi gerçekleştiren adam olması ilginç bir tesadüftür. Hangisi daha doğru bunu tarih ve şartlar her zaman değiştirmiştir ama söz konusu bizim coğrafyadaki olunca Lineker’in tarafını tutmak zorunda kalıyoruz. Almanların kazanmasına değil, futbolun zorluk derecesine yaptığı atıf söz konusuysa eğer.

Cumartesi akşamı bu ülkenin en iyi futbol oynayan takımı olduğu söylenen (çok haksız bir görüş sayılmaz) Galatasaray, psikolojik açıdan ve taktik açısından sürekli ezildiği Fenerbahçe karşısında en iyi maçlarından birisi oynadı. Kenarda duran adam, o stadyumda son kez galibiyet gören bir camianın, gördüğü andaki hocasıydı. Aynı zamanda sadece 3 sene sonra tarihe geçen bir maçın da kahramanı. Üçüncü görev dönemindeki Fenerbahçe maçları yine sansasyonel olacağa benzer. Ama aslında almamız gereken mesaj sadece 3 gün sonra karşımıza çıkacaktı. Futbol takımlarını güçlü kılan en önemli etkenlerden birisi, sahadaki dizilişiniz ile bu diziliş üzerindeki sorumluluk ve güç dağılımının dengeli olmasıdır. Modern futbolda bu başarılı tablo bir istikrara oturduğu zaman “iskelet” kavramı ortaya çıkıyor. Galatasaray da böyle bir takım işte. Ligimizde bu iskeleti en iyi oturtan takım. Fatih Terim bundan 12 sene önce ülke futbolunun en tepe noktasına çıkmakla kalmamış, 2 yıl sonra ulusal takım bazında da zirveye oturan bir takıma, kullanımı oldukça kolay bir makine hediye etmişti. 12 yıl sonra ligin en iyi takımı olarak gösterilmesinde aynı yöntemi kullanması bir tesadüf değil. Üstelik bunu Galatasaray sonrası yapmaya çalıştığı Fiorentina’da da başarmıştı (Toldo, Torricelli, Rui Costa, Chiesa hattı). Şimdi ise Muslera, Ujfalusi, Selçuk, Elmander hattıyla yapmaya uğraşıyor. Bir çok kez Felipe Melo’dan da destek alarak. Cumartesi akşamı yıllardır hem psikolojik, hem fizik hem de taktik açıdan ezildiği Fenerbahçe’den daha çok övgü almasının sebebi Volkan-Yobo-Alex-Sow hattının (Melo fonksiyonuyla oynayan Emre desteğiyle) aynı seviyede olmamasından kaynaklanıyordu. Bu hat sahada olmayınca veya işlemediğinde ortadaki sorunu tamamlamak çok kolay oluyor. Hele hele bizimki gibi taktik disiplininin çok gelişmediği futbol ekollerinde.

Türkiye Kupası’nda oynanan Sivasspor mücadelesinde Muslera, Melo ve Elmander sahada yoktu. 3 gün önce 15 dakikada yediği 2 golü bir Kadıköy klasiğine dönmeden geri çeviren Galatasaray, Sivasspor karşısında, kendi evinde 40 dakika gol pozisyonuna giremedi. Fatih Terim ve futbol aktörlerimizin tümünün çıkaracağı dersler var. Futbol takımları bu kadar kısa sürede, bu kadar eksiksiz hale gelmiyorlar. Birinci dönem Terim Galatasaray'ının bu hale dönüşü ancak 4. senenin ortalarında gerçekleşmişti. Hocanın “daha düzeltecek çok eksiğimiz var” demeci elbette boşuna değil. İyi iskeletlerin bir başka avantajı, üzerine yerleştirdiğiniz adamların size çok fazla alternatif sunabilmesi ve hareket serbestisini sağlamasıdır. Emre Çolak, Semih Kaya ve Engin Baytar, aynen 12 yıl önceki Ümit Davala, Suat Kaya, Capone gibi, oturmuş bir takımın ekstra katkı yapan isimleri oldular. Elbette kapasite olarak değil ama yöntem olarak ele aldığınızda dünyanın en büyük futbol takımları da bu yolu tercih etmişlerdir. Bugün Barcelona’yı Puyol-Xavi-Iniesta-Messi oluşumundan bağımsız ele almak nerede ise mümkün değil. Sir Alex Ferguson yıllar boyu, güven veren bir kaleci, yüksek maaş ödediği sağlam bir defans oyuncusu, iyi bir emekçi orta saha ve iyi bir uç adamının üzerine kurdu takımlarını. Modern futbol tarihimizin şampiyonlarının tümünde bu ayırt edici özelliği görmek zor olmayacaktır.

ÜNAL AYSAL BASIN SÖZCÜSÜ MÜ?
Fatih Terim’in teknik direktörlüğünü resmen açıkladığı TV programında onu canlı izlemiştim. “Beni çok fazla ekranlarda görmeyeceksiniz, ben genelde arka tarafta koordinasyonu sağlarım, futbol takımı ile hoca ilgilenir” demişti. Ya kameralar önünde olmayı çok sevdi ya da başkanlıkla basın sözcülüğünü ciddi anlamda karıştırıyor. Ünal Aysal’ın artık mümkünse haftada 3-4 basın açıklaması yerine biraz sükunetin değerini anlamasını diliyoruz. Zira çok net biçimde, her açıklamasıyla daha da sıradanlaşıyor.