Büyük bir israf kuşatması altındayız. Gazetemizde önceki gün yer alan birkaç içeriği üst üste koyduğumuzda bizi bekleyen günlerin iyiye değil kötüye gideceğini daha net görüyoruz. Geçtiğimiz haftalarda günlük hayatın içinde farkında olmadan kullandığımız, masum gibi görünse de bir dakikalık bile kullanım süresi olmaksızın adeta doğrudan çöpe giden ancak üretimi için birilerini zengin eden milyonlar harcanan bazı malzemelerin doğayı kirlettiğinden, tükettiğinden bahsetmiştim. 

Belediyelerin ‘hizmet’ adı altında kaç kilometre beton, asfalt döktükleriyle böbürlendikleri devirde, birbiriyle koordinasyonsuz çalışan kurumların birinin yaptığını ertesi gün söktüğü döngü, hizmeti bırakın büyük israfa büyük katkı oluyor. Bu örneklere görsel kirliliği ve çirkinliğiyle gözüme artık her kentte, her köşede çarpan turuncu plastik direkleri de ekleyelim. Birilerinin ihalelerle belediyelere pazarladığı bu malzemeler yol kenarlarına, refüjlere araç parkını önlemek amacıyla yarım metrede bir dikiliyorlarsa da eğilip bükülebilir olduklarından birkaç hafta bile dayanmadan üzerinden geçen araçlar tarafından hasar almış, kimi kopmuş, kimi bükülmüş olarak hiçbir işe de yaramayan plastik leşleri olarak sokaklarda yatar hale geliyorlar. İşin kötüsü insanları büyük baş hayvanlar gibi çitlerle, engellerle yönlendirmeye dayalı bu ilkel düzenek onları kaldırım kenarına park etmekten, şerit değiştirmekten alıkoymadığı açıkça ortada olduğu halde aynı yerlere yeniden dikilerek tuhaf bir üretim / ihale döngüsü de korunmaya devam ediyor. Hatta kimi yerlerde bu turuncular hemen yanında demir ve sabit olanlarıyla, kimi yerlerde beton direklerle birlikte kullanılıyor. Benzer bir ilkel mantıkla sürücüleri aldatarak korkutmayı hedefleyen karton trafik araçları ve polis görünümlü kartonetler de sanırım ihaleyle birileri tarafından kurumlara pazarlanıyor. Eğer yeterince aptal değilseniz ilkinde bile sahte olduğunu anlayabileceğiniz bu malzemenin anlamsız görevi biraz yavaş algılayan biriyseniz bile aynı yerden ikinci, üçüncü geçişinizde çoktan boşa düşmüş olmuyor mu? Olsun bu kadarını bile düşünemeyen yöneticilerin inisiyatifiyle bütün memleketi bu malzemeyle donatacak karara birileri de imza atıyor. Kimse düşünmüyor, kimse vatandaşı aptal yerine koymaktan rahatsız olmuyor, kimse sorgulamıyor, kimse buna ayrılacak parayla kim/ler doyar diye düşünmüyor, kimse acımıyor, kimse utanmıyor. Bu müthiş uygulamayla aldanmayanı aldatmaya odaklı bir sermaye pazarı teşvik ediliyor.

∗∗∗

Her yerde görebileceğiniz bu uygulamalara benim yaşadığım ilçeden, Urla’dan bir örnek daha verelim. Halkı denizle buluşturuyoruz, kıyıları güzelleştiriyoruz diyerek kayyum yönetiminin beton saksılara hapsettiği palmiyeler kurudukça yeni kurbanlar satın alınarak bu görsellikte ısrar ediliyor. Palmiye ucuz bir ağaç değil. Toprakta serpilir büyür ama minicik beton saksıda ağaç yaşamaz. Fiyatı ne olursa olsun ağaçları yaşamayacağı bir yerde hoyratça yok etmek anlaşılır değil. Üstelik bu yapılsın diye kökü toprakta olan onlarca ağaç da sökülerek geniş bir beton satıh yaratıldı ve üzeri de çim görünümlü plastik halıyla kaplandı.

Halka hizmet için en kıymetli kamu arazilerine alabildiğine beton zeminlerde beton saksılarda ağaçlarla bitişik nizam askeri düzen piknik masaları yerleştirilerek, binalar dikilerek yapılan millet bahçeleri için son 73 günde 258 milyon harcandığına ilişkin haber Salı günü gazetemizde yayınlandı. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “kamu harcamalarının rasyonelleştirileceği ve tasarruf takibinin tavizsiz sergilenmesi gerektiği yönündeki genelgesi çeşitli iktidar vekilleri ve bakanlarının vatandaşı evinde tasarruf etmeye teşvik eden açıklamalarından öte bir karşılık görmüyor anlaşılan. Anlamsız milyonlarca lira başta saray olmak üzere oraya buraya sorumsuzca ve vicdansızca akıtılırken insanların evlerindeki aştan, içtikleri sudan tasarruf etmeleri, en hafifinden sabır göstermeleri bekleniyor.

İhalecilere kıyak olsun diye israf edilen paralar iklim krizinin etkilerini azaltmak için ya da bir miktarı olsun  öğrencilerin, gençlerin, vatandaşların israfı azaltmak için bilinçlendirilmesine kullanılsa bile büyük tasarruf olur ama kimin tasası ki bu?

∗∗∗

Ekrem İmamoğlu önemli bir kuraklık riskine işaret ediyor. İstanbul’un en kurak dönemlerinden birini yaşadığına ve su tüketiminin rekor düzeyde oluşuna dikkat çekerek vatandaşlara farkındalık çağrısı yapıyor. Tarihin en sıcak ve kurak yazından çıkıyoruz. Sadece Istanbul’da değil her yerde susuzluk ve gıda krizi tehlikesiyle karşıyayız. Öte yandan kemer sıkma politikaları, halkın erimiş olan kazancı ve yok olan alım gücünün daha da derin yaralar alarak tevekkülle aşılması üzerine kurulu. Açlık sınırı 14. 542 lira, yoksulluk sınırı ise 41.651 lira oldu. CHP geçmiş dönem tarım politikalarından sorumlu genel başkan yardımcısı, PM üyesi ve Bursa milletvekili Orhan Sarıbal yaptığı açıklamada dünyanın en verimli topraklarına sahip bir zamanların dünyaya ürün gönderen tarım ülkesi Türkiye’nin ithalata bağımlı durumuna dikkat çekiyor. 2023’ün ilk 7 ayında çoğu üründe ithalat, neredeyse 2022 yılının değerlerine ulaşmış. Gıda enflasyonunda hem de TÜİK verilerine göre Arjantin’den sonra ikinci ülke olmuşuz. Sarıbal’ın paylaştıkları çok çarpıcı. Açıklamasında "Bütün dünyada gıda fiyatları azalırken Türkiye'de artıyor. Çünkü emekliye, emekçiye destek yok ama uluslararası şirketlere var. Tarımsal 18 kurum işlevsiz hale getirildi. Çiftçinin yanında hiçbir kurum kalmadı, tarım piyasası iktidar tarafından özel şirketlere bırakıldı. Şu anda sistem tamamen şirketlerin kontrolü altında. Tarıma toplam 59 milyarlık bir destek var. Bu destek çiftçinin mazotunu bile karşılamıyor.” diyor ve soruyor; “Siz bu koşullarda çiftçiyi nasıl ayağa kaldıracaksınız?” Sadece ürünün değil tarımsal girdilerin tamamının ithal edildiği ortamda çiftçi ürünü dalında bırakıyor, hasat kazanç değil zarar ettiriyor çünkü. 21 yıllık AKP iktidarında 27 milyon dönüm tarım alanı tarımdan çıkarılmış, millet bahçelerine, rezidanslara, otellere, beton yığını villalara ve enerji şirketlerine peşkeş çekilmiş durumda.

İşte ülkenin her yanında rant odaklı mega projelerle Uzungöl’ü, Ayder yaylasını ele geçirip yok eden müteahhit projelerinden biri şimdi de Ege’nin verimli topraklarına göz dikti. Çeşme projesi, tüm yarımadayı tehdit eden bir rant projesi olarak dayatılıyor.

Toprağımıza sahip çıkmak için geleceğin tüm çiçeklerinin bugünün tohumları içinde oluşu bilinciyle mücadeleye devam edeceğiz. Üretenin, emekçinin yanında olmazsak ülkemizin geleceği derin yoksulluk, kuraklık, gıdasızlık.