Ekrem İmamoğlu “İstanbul’un en harikulade sanat eseri kendisidir.” diyor. Gerçekten de yüzyılların tarihsel akışı içinde farklı dönemlerde ev sahipliği yaptığı devletler, kültürler, halklar ve tanıklık ettiği olayların tümünden bugüne kalanlarla; kimi görünür kimi saklı, kimi gömülü ve gün yüzüne çıkmayı bekleyen izlerle, sürprizlerle dolu, büyülü bir dünya İstanbul.

Son beş yıldır da onu her yönüyle, çeşitliliğiyle kabul ederek benimseyen, kucaklayan bir anlayışla yönetiliyor. Siyasal iktidarın hoyratça ortadan ikiye böldüğü nardan dökülen tanelerin ezilip gidenlerini, yok olanlarını diğer yarıda bir arada kalan tanelerle özenle buluşturmak için; geçmişin izlerinden kopmadan bugünü hakkınca yaşayabilmek için çalışan İBB Miras, Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat liderliğinde harikalar yarattı. İnsanların kökünü, kimliğini ve elbette kültürel gelişimini her yönüyle tanıyıp, kavrayabileceği; farklılıklarının yanına ortaklaşan duyguları, merakları ve keyifleri koyabileceği alanlar yaratmak yerel yönetimlerin belki de en önemli sorumluluklarından. Ekrem İmamoğlu İstanbulluların günlük hayatını kolaylaştırıp, ihtiyaçlarına, sorunlarına çözüm ararken bir yandan da derin toplumsal bir sorunu aşabilmeyi sağlayacak bağları, kültürel birikimi kamusal alan paylaşımı ile yerleştiriyor. Bu mekânlar farklı ilgi alanları, deneyimleri, dünya görüşleri olan insanlara farkındalık alanı açıyor. Kent sakinlerinin her birini tek tek fark ederek adeta narın içinde tanecikleri bir arada tutan o şeffaf, yumuşak ve şefkatli beyaz doku gibi aralarına girerek, onları güçlendirip hepsini bir tutup, kucaklayarak kuşatıyor. Başarısı; alanında donanımlı, birikimli geçmişine bağlı çağın ilerisine bakan doğru ekip arkadaşlarıyla uyumlu ve birlikte çalışma anlayışında saklı. Bu maharet konu İBB Miras olduğunda Mahir Polat’ın öncülüğünde sayısız parlak projeye dönüşüyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bugüne kadar tüm dönemlerin tamamında gerçekleştirilenden fazla restorasyon, dönüşüm ve kazanım projesi üretmiş. Terk edilmiş, yıkılıp dökülmüş sayısız ve çok farklı kent mirası hem kurtarılmış hem kamuya açık işleviyle pek çok farklı kesime eriştirilmiş oldu.

∗∗

Örneğin Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 10 yıl önce Albayrak Vakfı'na verilmiş ama hak ettiği özeni hiç görmemiş Mimar Sinan’a ait bir Osmanlı medresesi 16 kamyon çöp çıkarılarak onarıldı. Osmanlı döneminde yapılmış ve kendi haline bırakılmış, bakımsız kalmış selatin camiilerinin, sokak aralarında, kent meydanlarında korumasız bırakılmış, görünmez olmuş tarihi çeşmelerin temizlenmesi, suların yeniden akar hali getirilmesinden İstanbul'da inşa edilmiş Art Nouveau tarzı ilk bina olmasıyla bilinen mimari şaheser Botter apartmanının bir kültür merkezi olarak İstiklâl caddesinde İstanbullulara ve İstanbulu ziyaret edenlere kapılarını açmasına kadar çok çeşitli örnek sayabiliriz. Kentin kalbinde, ulaşım noktalarında, meydanlarda olduğu kadar semtlerde, gettolarda bölgesine ve ihtiyaçlara özel mekânlar kazandıran İBB Miras’ın son ve çok önemli başarısına tanıklık etmek üzere Pazar günü İstanbul’daydım.

Osmanlı Ordusu'nun üniforma ihtiyacının giderilmesi amacıyla 1833 yılında kurulan Feshane-i Amire 1989 yılından beri kültür etkinlikleri için kullanılıyordu. Osmanlı döneminde dokuma fabrikası olarak çalışırken içinde sıbyan mektebi de barındıran, Cumhuriyet’le birlikte Sümerbank yönetiminde üretime devam eden mekân AKP döneminde fuarlara açılmış ve adeta yöresel ürün pazarı haline gelmişti. Osmanlı döneminin simgelerinden bu güne kalan bu eşsiz endüstriyel mimari örneği mekânının yeniden ve çok başarılı bir restorasyonla kamusal alan olarak kente kazandırılmasından daha büyük gurur Artİstanbul Feshane’nin kapılarını dünyanın en önemli çağdaş sanat müzelerinden Londra’da bulunan Tate müzesinin “Dinamik Göz: Optik ve Kinetik Sanatın Ötesinde” sergisine açmış olması. Thames nehri kıyısındaki bir başka endüstriyel mimari örneği olan Tate ile Haliç kıyısındaki Artİstanbul Feshane arasında kurulan çağdaş sanat köprüsü İstanbul halkını tarihiyle, sanatla ve evrensellikle buluşturacak. Bunu çok heyecan verici bulduğumu söylemeliyim. Bu duygumu pekiştiren 1989 yılında aynı mekânda yanlış hatırlamıyorsam Serotonin ya da İstanbul Bienali sergisini adımladığım dönemde bienale ait eserlerin fesli değilse de cübbeli, sarıklı Haliç sakinleri tarafından tahrip edilmiş olmaları. Yıllar geçse de yılların gerisinde kalmak isteyen bir grup körüklendiği yozluk ve kuşatıldığı kültür düşmanlığına hizmet etmeyi sürdürüyor. O dönemde henüz küratörlük ve bienal kelimeleri sanatseverler arasında bile tam anlaşılmış ve benimsemiş değildi. Enstalasyonlar, kavramsal sergiler karşı karşıya geliyordu. Saldırı sonrasında kimi eserlerin saldırıdan hasar aldığı için mi yoksa enstalasyon için mi kırıldığının tartışıldığını bugün gülümseyerek hatırlıyorum. Artİstanbul Feshane de açılır açılmaz ‘Ortadan Başlamak’ sergisi nedeniyle ‘LGBTİ propagandası’ yaptığı iddiasıyla bir grup tarafından saldırıya uğradı. Bugün Tate ile kurulan işbirliği sanatın kendi içinde geçirdiği gelişimi ve sanatla beslenen toplumların dönüşümü açısından son derece önemli ve büyük bir adım.

∗∗

Artistanbul Feshane’ye saldıran ve “Müslüman Türk milletine hakaret edildiğini” ileri sürenlerin kapalı gözleri Ekrem İmamoğlu yönetimindeki İstanbul Belediyesi’nin her kültürel simgeye, inanç merkezine eşit ve saygılı yaklaşımının tam karşısında her gün dini siyasete alet ederek dinci ve gerici söylemiyle toplumu ayrıştıranların kendi dini mekânlarına bile saygısızlığını, ihanetini görmüyor. Başkalarının dinine saldıranların İstanbul’un kadim ve çok dinli çok kültürlü geçmişine ait Ayasofya’yı cami olarak bile koruyamadığını, vandallıkla hasar verdiğini, restorasyon adı altında binlerce yıllık zemine parke döşeyerek mirası yok ettiğini anlamıyor. Bugün tüm hayatımızı kuşatan yobazlıktan kurtulmadan ne yoksulluktan ne eşitsizlikten kurtulabileceğiz. Çözüm kimseyi ötekileştirmeden yan yana gelebilmekte. Her kesime özel hizmet üretebilmekte.

Birilerinin pazarlamaktan kaçınmadığı ‘değerleri’ incitmemek hassasiyetinin bir aldatmacadan öteye gitmeyeceğini anlamak için de kültüre ihtiyacımız var. Bir tarafın kendi doğru bulmadığı her şeye saldırmasını kabul etmeme cesareti gösterilmedikçe saldırılar artacaktır. Başkalarının hayatını toplumsal düzeni olumsuz etkileyen bu saldırıların ‘özgürlük” adı altında savunulamayacağını kavrayarak farklı yaşayan, farklı düşünen tarafların buluşabileceği kamusal alana, semtlere, mahallelere ortak ilgi ve fayda alanları taşımak farklı düşünme ve yaşama özgürlüğünün koruyucusudur. İstanbul’un kültürel mirası buna uygun nice sırla, saklı hazineyle dolu. Fatih ilçesinde yer alan Fener Rum erkek okulu Kızıl Mektep, hemen az yukarısında duvarında Fatih Sultan Mehmet’in kendi el yazması fermanıyla ibadet özgürlüğünü koruyan Moğolların Meryemi Kilisesi, Patrikhâne, Feshâne ve niceleri şimdi Mahir Polat’ın Belediye Başkanlığı’nı bekliyor. Büyük bir kucaklaşma ve uyum içinde yaşam için.

Nasıl Bir Yerel Yönetim? Bu sorunun bendeki karşılığını bir süredir farklı açılardan örneklerle tarif etmeye çalışıyorum. İşte Ekrem İmamoğlu’nun ortaya koyduğu bu kavrayışla böyle bir yerel yönetim.