Despotik bir toplumda yaşıyor ve çeşit çeşit despotla karşılaşıyoruz. “Üç çeşit despot vardır. Bedene zulmeden despot. Ruha zulmeden despot. Bir de hem ruha hem de bedene zulmeden despot. Birincisine hükümdar diyorlar. İkincisine Papa diyorlar. Üçüncüsüne de halk” (Oscar Wilde, Aforizmalar, İş Bankası). Hükümdar ya da papa olamayanlar sakın üzülmesin; halk olmanız, despot olmanıza mâni değil. Üstelik Wilde’a göre halk hem bedene hem ruha zulmetmesi bakımından hükümdar ve papadan bile üstün. Zaten despotlar da “halk, başımızın tacıdır” demiyorlar mı? Şeytan taşlama geleneğiyle yetiştiriliyoruz, tıpkı şeytan gibi, despotu da dışarıda bir yerlere yerleştiriyoruz. Başka beden ve ruhları, kendilerinden farklı olanları şeytanlaştırıp taşlayanlar, her nedense hep “biz” diyenler arasından çıkıyor. Eğer kendinizi halk olarak tanımlıyor, halk adına konuşuyor ve davranıyorsanız, despotu boş yere dışarıda aramayın, içinize yerleşmiştir. Siz hiç kaidesiz bir despot gördünüz mü? Despotun despot olabilmesi için, üzerinde yükseleceği bir kaide olarak kendisine mutlaka bir halk yaratması gerekir. Kaideyi oluşturacak parçalara norm denilen aletle şekil verilirken, içlerine despot yerleştirilir ve kaide, birbiriyle uyumlu modüler parçalarla inşa edilir. Fakat kaidenin yekpare bir bütün olduğu söylenecektir, “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle”. “Buna kim inanır?” demeyin, parçalar inanır.

∗∗∗

Parçalar “ben” dediklerinde bile dile gelen kaidedeki logostur. Elbette konuşan, içlerine yerleştirilmiş despottur, asla başkası değil. Parçalar, Leibniz’in kapısı ve pencereleri olmayan monadları gibidir. Dışarıdan içeriye hiçbir şey girmez, dışarısı yoktur çünkü. Leibniz’de mekân, mümkün dünyaların en iyisi olarak tanrı tarafından seçilmiş ve dayayıp döşenmiştir. Bütün monadlar için tek bir dünya vardır. Bu, her monadın bütün dünyayı içerdiği, onu farklı açılardan ifade ettiği anlamına gelir. Leibniz, ifadelere bakış açısı diyecektir. Monadlar bakış açılarına yerleştikçe özne olurlar ve yapıp ettikleri, yapacakları, yani bir özneye atfedilen her şey onlara önceden yüklenmiştir. Yaptıkları ve yapacaklarıyla despotik dünya giderek genişler. Despotik yüklemlerle yüklenmiş olanlar, bakış açılarına göre dünyayı farklı açılardan ifade ettikçe, diğerleri için karanlıkta kalan dünyanın kısımları despotik ışıkla aydınlanır, monadların bakış açıları fetihçidir. Konuştuklarında despot dile gelir, eyleme geçtiklerinde açığa çıkan, kıvrımlarındaki despottur.    

∗∗∗

Felsefeci Ahmet Arslan’ın bir konuşmasında dediği gibi, “Orta Doğunun tanrısı devlettir, biliyorsunuz, söylememe gerek bile yok. Ta Babil’den bu yana, ta Asur’dan bu yana devlettir. Hatta devlet tanrıdan daha yüksek, tanrıdan daha güçlü.” Bence sürekli söylemek gerek, unutuluyor çünkü. Bu coğrafyada tanrıya inandığınızda ya da inanmak istediğinizde, tüm resmi yollar devlete çıkar ve tanrı yerine devlete, tanrının yeryüzündeki temsilcisi olduğunu iddia eden despota taparken bulursunuz kendinizi. Yine bu coğrafyada tanrının kulu olmak, devletin kulu olmak anlamına gelir. Zira hükümdar, Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransa Kralına yazdığı fermanda kendisi için kullandığı “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” sıfatıyla onurlandırılmıştır. Tanrıyla doğrudan temas kuranlar da çıkacaktır elbet, fakat zındık olarak soruşturmaya uğrayacak, Hallacı Mansur ya da Nesimi gibi katledileceklerdir. Sadece Orta Doğu’nun tanrısı değil, Leibniz’in tanrısı da devlettir, bizim için mümkün dünyaların en iyisini tasarlamıştır. “O, düzenin filozofudur; hatta düzenin ve polisin, polis kelimesinin tüm anlamlarıyla… Özellikle de polis kelimesinin ilk anlamında - yani kentin, devletin kurallı örgütlenmesi…. Düzen terimlerinin dışında asla düşünmeye yanaşmaz. Bu bakımdan aşırı tutucudur, düzenin dostudur” (Deleuze, Leibniz Üzerine Beş Ders, Kabalcı).

Düzen, kaide gerektirir. Her despotun, üzerine yerleşeceği bir kaidesi mutlaka vardır. İstisnaların kaideyi bozmasına izin vermeyenler, ruh ve bedenlere zulmedenler, kaideyi oluşturan parçalardır. Kaideye oturmuş, hep bir ağızdan bir türkü tutturmuşlar: “Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde”. Her seferinde doğan, despottur. Asıl mesele parçaların, farklılıklarıyla birlikte halk olarak kendilerini doğurabilmeleri!