Bu ülkede rant için ormanlar kundaklandı. Ağaçlar yakıldı, hayvanlar katledildi. Bilmediğimiz şey değil. Yapacakları oteller için, tam o kadarlık, nizami bir şekilde yaktıklarını bile gördük.

Ama bu böyle bir şey değil!

Çanakkale yandı! Çanakkale geçilmedi ama Çanakkale yakıldı!

Çanakkale'yi yakan cehalettir! Köylü cehaleti!

Anız yakmak!

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, Çanakkale'deki yangının yerleşim yerinin yanındaki bir araziden çıktığını ve yangınların yüzde 90'ının da üzerinde bir oranda çıkış sebebinin insan hatası olduğunu belirtti.

Birçok valiliğin internet sitesinde şu uyarı bulunuyor:

“Değerli çiftçiler;

Modern tarım tekniğinde anızı yakmak son derece yanlış bir yöntemdir. Yakma sonucu karşılaşılan zararların çoğunu telafi etmek mümkün değildir. Anız yakmakla doğan zararları sıralarsak konunun önemi daha iyi anlaşılacaktır.

1. Anızın yakılması ile topraktaki organik madde yakılarak yok edilmektedir. Bu durum toprakları daha verimsiz ve erozyona daha hassas duruma getirmektedir.

2. Sap ve Anızların Yakılması ile bitki büyümesini teşvik eden karbon(C) ve azotun(N) kaybı da artmaktadır. Mesela bir dönüm arazide 300 kg. sap yandığında 1,5 kğ. Saf azot kaybı meydana gelmektedir. Bu miktar ise ancak 7 kg. şeker gübresi dediğimiz Amonyum sülfatı araziye vererek yeniden kazanılabilir.

3. Anız yakmanın diğer bir zararı toprak yüzeyinde bulunan küçük canlıları öldürmesidir. Oysa toprakta bulunup gözle görülmeyen bu canlıların faaliyetleri sonucunda organik madde parçalanır, ayrışır ve HUMUS dediğimiz şekle dönüşür. Yapılan araştırmalarda; anız yakma ile küçük canlıların mikro organizmaların % 70 inin zarar gördüğü bunun da verimi düşürdüğü ortaya konulmuştur.

4. Anız yakımı ile ilk yılda kök çürüklüğü hastalığında azalma olduğu ancak ikinci yıl bu hastalığın daha da arttığı görülmüştür.

5. Anızların yakılmasının en önemli zararlarından birisi de, toprağı su ve rüzgâr erozyonuna da hassas bir duruma getirmesidir. Çünkü anız yağışların şiddetle toprağa düşmesini engeller; yüzey akış hızını azaltır, toprağa sızmasını sağlar. Böylece erozyonu önler.

6. Anızların yakılmasıyla hayvan yemi olarak kullanılmasından başka, birçok yararı olan sap saman yok edilmektedir.

7. Anız yangınları sırasında havanın kirlenmesi yanında, yükselen dumanlar zaman zaman karayollarında görüşü azaltmakta, bu durumda trafik kazalarıyla can ve mal kaybına neden olmaktadır.

8. Anız yangınları komşu tarlalardaki hasat edilmemiş ürünlere, traktörlere, meyve bahçelerine, bunların etrafındaki çitlere, telefon direklerine, civardaki yerleşim yerlerine ve özellikle ormanlara, koruluk ve ağaçlık bölgelere telafisi mümkün olmayan zararlar vermektedir.

9. Anız yakımı doğal dengeyi de bozmaktadır. Yangınlar sırasında arazide yaşayan pek çok yaban hayvanı(kuş, tavşan, tilki, çakal, yılan vs.) yuvalarını terk etmekte veya ölmektedirler.

Yukarıda sıralanan zararlardan dolayı:

ANIZ YAKILMASI YASAKLANMIŞTIR.

BU YASAĞA UYMAYANLAR HAKKINDA CEZAİ İŞLEM UYGULANACAKTIR.

Bilim insanları bas bas bağırıyor, devlet yasaklıyor! Köylü dinlemiyor! Bildiğini okuyor ve yakıp yıkıyor.

Yıllardır söylüyorum ama ilk defa yazıyorum. Mustafa Kemal Atatürk'ün “Köylü milletin efendisidir” sözü bence bir tespit değil bir temenni idi.
 
Köylü ile ilgili yazılmış en güzel metin bence Türkçe'nin en güzel şiirlerinden birisi olan Şükrü Erbaş'ın “Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz” şiiridir. Erbaş, bu şiirinde köylüyü çok sert ve duru bir dille eleştirirken son cümlesini şöyle kuruyor:

“Köylüleri söyleyin nasıl, nasıl kurtaralım?”

Bu şiirin bir bölümü 27 Şubat 1994 tarihli Milliyet gazetesinde, Melih Aşık’ın “Açık Pencere” isimli köşesinde yayımlanmıştı. Gazeteyi okuyan dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Melih Aşık’a bir faks göndermiş ve “Demirel’in Şiir Eleştirisi” aynı köşede yayınlanmıştı:

“Köşenizde yayımlanan ve köylülüğü konu alan Şükrü Erbaş’a ait şiiri okudum. Köylülüğü ağır şartlar çerçevesinde sunan söz konusu şiirin çok katmanlı bir yapıya sahip olduğu görülüyor. Şiirin, köylüleri eleştirir görünürken aslında ironik bir üslupla, bizzat şartlar içerisinde değerlendiremediği köylülüğü, ona tepeden bakarak uygarlık yolunda yük gibi gören yanlış anlayışı eleştirdiği kanaatindeyim. Bununla birlikte, gerektirdiği gibi derin bir anlayışla okunmayıp, sadece düz anlamı itibariyle dikkate alındığında köylümüzü zem eden bir metin olarak yorumlanabilecek ve birtakım yanlış anlayışlara yol açabilecek niteliktedir.”



Yazımı şair Şükrü Erbaş'ın bu eleştiriye verdiği yanıtla bitiriyorum:

“Bu şiir, başımın belası bir şiir. Tarihsel ya da sosyolojik açıdan dünya kadar söz söylenebilir. Şiirde söylediklerimin dışında -şiirin açıklaması olarak değil elbette- çok kısa şunları söyleyebilirim: Ben kaba bir dünyada yaşamak istemiyorum. Benim geleceğimi ufukları eşiklerinden öteye varamayanlar belirlesin istemiyorum. Bencilliğinden başka erdemi olmayan insanların dünyamıza iyilik ve güzellik katacağına inanmıyorum. Felsefeyi, sanatı, bilimi bilmeyen, küçümseyen; dinini mülke; mülkünü dine dönüştüren insanları sevmiyorum. Ne yazık ki ülke, tenha kasabalardan ışıklı kentlere kadar, bu düzeysizliğin egemenlik alanı haline geldi. Gerisinde bu bakışın yattığı bir tepki şiirdir, Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz? Kendim için, onlar için, insan onuruna yakışır bir yaşama biçimini tersinden söyleyen bir dili, kurgusu vardır. Sevmediğimiz değil, sevdiğimiz insanlar bize dert olur değil mi? Yargılanan aslında feodalizm, gelenekler.”

Şükrü Erbaş – Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar ağırkanlı adamlardır
Değişen bir dünyaya karşı
Kerpiç duvarlar gibi katı
Çakırdikenleri gibi susuz
Kayıtsızca direnerek yaşarlar.
Aptal, kaba ve kurnazdırlar.
İnanarak ve kolayca yalan söylerler.
Paraları olsa da
Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
Her şeyi hafife alır ve herkese söverler.
Yağmuru, rüzgârı ve güneşi
Bir gün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
Düşünemezler…
Ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
Topraklarını büyütmeye çalışırlar.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar karılarını döverler
Seslerinin tonu yumuşak değildir
Dışarda ezildikçe içerde zulüm kesilirler.
Gazete okumaz ve haksızlığa
Ancak kendileri uğrarlarsa karşı çıkarlar.
Adım başı pınar olsa da köylerinde
Temiz giyinmez ve her zaman
Bir karış sakalla gezerler.
Çocuklarını iyi yetiştiremezler
Evlerinde kitap, müzik ve resim yoktur.
Bir gün olsun dişlerini fırçalamaz
Ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler.
Birbirlerinin evlerine ancak
Ölümlerde ve düğünlerde giderler.
Şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar
Gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır
Ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.
Binlerce yılın kalın kabuğu altında
Yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.
Aldanmak korkusu içinde
Sürekli birbirlerini aldatırlar.
Bir yere birlikte gitmeleri gerekirse
Karılarından en az on adım önde yürürler
Ve bir erkeklik işareti olarak
Onları herkesin ortasında döverler.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar yanlış partilere oy verirler
Kendilerinden olanlarla alay edip
Tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
Devlet, tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir
Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.
Yiğittirler askerde subay dövecek kadar
Ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-
Ezim ezim ezilirler.
Enflasyon denince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler
Cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp
On bir ay gökyüzünden bereket beklerler.
Dindardırlar ahret korkusu içinde
Ama bir kadının topuklarından
Memelerini görecek kadar bıçkındırlar
Harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
Şehre giderler!

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar otobüslerde ayaklarını çıkarırlar
Ayak ve ağız kokusu içinde kurulup koltuklara
Herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
Kızlarının talihsizliğini
ve hayırsız oğullarını anlatırlar.
Yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
Bunun, Tanrının bir lutfu olduğuna inanırlar.
Ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
Gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
Zengin bir akrabalarından söz ederler.
Kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
Ama sokağa çıkar çıkmaz sümküre sümküre
Yollara tükürürler…
Ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
Şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar ilk akşamdan uyurlar.
Yarı gecelerde yıldızlara bakarak
Başka dünyaları düşünmek gibi bir tutkuları yoktur.
Gökyüzünü baharda yağmur yağarsa
Ve yaz güneşleri ekinlerini yetirirse severler.
Hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
-Bu verimi yüksek bir tohum bile olsa-
Sonuçlarını görmeden inanmazlar.
Dünyanın gelişimine bir katkıları yoktur.
Mülk düşkünüdürler amansız derecede
Bir ülkenin geleceği
Küçücük topraklarının ipoteği altındadır.
Ve birer kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden
Zamanın derin ırmakları önünde…

KÖYLÜLERİ, SÖYLEYİN NASIL
NASIL KURTARALIM?