“Kültür” kavramı her attığında tutturulan cıvalı bir zar gibi. Bilhassa siyasilerin dilinde pelesenk… Yıllardır sağcılar bu kavrama “maneviyat, gelenek, değerler” gibi uhrevi bir paha biçiyor; solcular ise daha çok “sanatsal-entelektüel kabiliyet, eğitim, görgü” gibi anlamlara yakın. Bunların hepsi doğru; bunların hepsi yanlış… Sağcı nutuklarda popülizmin mezesi olan “kültür”, solun yaklaşımında elitizme bulanıyor. Maalesef gerçek bu. Aristokrasiden miras kalan bir seçkincilik sol kültür analizlerine sirayet edip duruyor yıllardır. Beni üzen şey, son seçimden sonra bu perspektifin daha da pekişmesi. Pek çok çevrede AKP’ye oy verenler, bilhassa alt sınıflar açıkça “kültürsüzlükle” itham ediliyor. Fakat sosyalistin işi homurdanmak değil! Bu nedenle kültüre Marksist yaklaşımın ne olduğunun iyi kavranması, balığın baştan kokmaması için elzem. Öyleyse biraz teoriden zarar gelmez; özellikle şu sıralar, Raymond Williams’ı yeniden hatırlatsak yeridir. 

*** 

Marx’ın “insanın cinsil özlüğü” olarak ifade ettiği doğa içerisindeki üretiminin tarihsel bağlamı, Williams tarafından “kültürel üretimin” yarattığı dolaylılıkla birlikte düşünülür. Daha doğrusu bu ikisi arasında temel bir ayrım yoktur. Kültürel üretim maddi üretimin bir sonucu değildir; kültürel üretim doğrudan maddi bir üretim faaliyetidir. Bu bakımdan Williams’ın kültür tartışması “maddi kültür” ile “manevi kültür” arasında yapılan eski antropolojik ayrımı da aşındırır. Nihai kertede kültürü bir “anlamlandırma sistemi” olarak ifade etse de, bu anlamlandırma pratikleri de maddi üretim faaliyetinin beraberinde gerçekleşir. Bunların birbirinden koparılmasını Marksist kurama uzak bulmasının yanı sıra, “kapitalist maddeciliğe” bağlı olarak gelişen bir tahayyül olarak düşünür. 

Bir anlamlandırma sistemi -ve fakat maddi bir anlamlandırma sistemi- olarak “kültür” kavrayışı, çeşitli bilinçlilik hallerinin tarihsel tikelliklerinin yarattığı farklılıkları açıklamak hususunda oldukça kabiliyetli olmakla birlikte, kuşkusuz yapısal temayüllerin müşterek kıldığı tarihsel ibrenin yönünü görmezden gelmek yanılgınsa düşmeyi gerektirmez. O da bunun farkındadır ve bu anlamlandırma sistemini “etkin pratiklere” ve “bilinçlilik durumlarına” münhasır olarak “iktisadi sistemden, siyasal sistemden” ve hatta “üreme sisteminden” bağışık şekilde düşünmez. İşte bu yüzden “altyapı-üstyapı” soyutlamasını da kategorik olarak değil, ilişkisel olarak açıklayarak yaratıcı insan faaliyetinin tarihsel kudretine verdiği bu kıymeti tutarlı bir teorik bağlama oturtur. 

***

Analitik hesaplara dayalı kategorilerin yarattığı zihinsel “ezberlerin” reddine dayalı böylesi bir kavrayış, kuşkusuz “bitmiş, tamamlanmış, kalıplaşmış” bir sosyo-tarihsel gerçeklik kavrayışını kenara bırakan, “sürekli bir mayalanma halini” her daim göz önünde bulunduran bu perspektifi mümkün kılmaktadır. Williams’ın “yaratıcılık” ile “kendini yaratma” arasında gördüğü o pek de dolaylı olmayan ilişki, onu kültürel üretimi maddi üretim biçiminin uğraklarından herhangi biri olarak görmeye ve dolayısıyla; “üretken emek” ile üretken “olmayan emek” arasında yapılan geleneksel ayrımı yeniden yorumlayarak kültürel faaliyetin büyük kısmını ve özellikle de yekûn sanatsal faaliyeti üretken emek kategorisinde değerlendirmeye, daha doğrusu böylesi bir “kategorik” ayrımı en başından reddetmeye sevk etmiştir. Buna göre “hem maddi hem de imgelemsel olan sanat eserinin toplumsal niteliği” de, ancak böylesi soyutlamaların ötesine geçen, “bu maddi eklemlenmeyi” göz önüne alarak “toplumsal pratiklerle” sanatsal üretimi bağdaştıran kavrayışlarla görülebilir. Yani yaratıcı insan faaliyetleriyle ortaya çıkan anlamlandırma sistemleri, bu bakımdan sosyo-tarihsel değişkenlere bağıldır. İşte bu yüzden anlamlandırma sistemlerinin inşası yüksek soyutlama düzleminde düşünüldüğü gibi “bağımsız bir birikim süreci” olarak değil, çatışma alanlarında da görüldüğü üzere, toplumsal değişkenlerin türlü niteliklerini taşıyarak gerçekleşir. Haliyle Williams kültürel aktarımın mahiyetinde zuhur eden “arkaik” ve “kalıntısal” nüveler arasında alışılmadık bir ayrıma giderek, mevcut düzene eklemlenen “kalıntısal” öğeler ile yeniden yorumlanmaya açık “arkaik” öğeleri birbirine eşlemez. 

***

Özetle, anlamlandırmalar maddi üretime bağlı sosyo-tarihsel değişkenlere içkin olduklarından tarihsel ve siyasi bağlamda da sınıfsaldır. Yani maddi üretim biçiminin müşterek ürünleri olarak bunların soyutlanarak ayrılması bir çeşit mistifikasyon olarak düşünülebileceğinden, misal “iktisadi mücadele-siyasi mücadele” ayrımının pratik tekabülleri sorgulamaya açıktır. Çünkü Williams’a göre işçi sınıfının “kendini yaratma sürecinde” bu anlamlandırmalar “dışarıdan bilinçlendirmeye” nispeten çok daha önemli ve mutlaktır. İşçi sınıfı kendisini ve kendi kültürünü yaratarak var olur. Bu “oluş” süreci de seçkinciliği değil sıradanlığı/ortaklaşmayı teşvik ederek gelişir.