Neredeyse yaşıma eşit zamandır bu ülkenin yarası Kürt sorununu duyumsayanlardan biriyim. Anne ve babamın memleketin sorunlarına, insan haklarına duyarlı ilerici ve devrimci insanlar olması yanında yaşadıklarımla şekillendi bilincim. Ben küçük bir çocukken babam Bingöl’de sürgün bir öğretmendi. Tanıklık bilgiden farklıdır. Farklı etkiler insanı. Hele bu tanıklık duyarlı bir şaire aitse. Babamın 80 öncesi ve sonrasına denk gelen tanıklığı, zor coğrafyada yaşama tutunma zorluğuyla birleşerek onun yaşamında çok belirleyici olmuştur. Bunu bir röportajında “kan sıçradı şiirimin üzerine” diye ifade etmişti. Yazılanın, bilinenin çok ötesindedir tanıklığı. “Doğu benim ikinci üniversitemdir” deyişi bundandır.

***


Kimliksiz ölüler şiirinin “bir kızım sağsa eğer; bir kızım morgda şimdi” dizeleriyle başlar benim de farkındalığım. Öğrencileri tutuklanır babamın. İşkence görürler. 22 yaşında tutuklanan yıllar süren davasıyla masumluğunu kanıtlamaya çalışırken ömrü parmaklıklar arkasında geçen şair İlhan Çomak öğrencisidir. Sıddık Bilgin adlı öğretmenin öldürüldüğü Genç kazasına sürülmüştür. Ve kader! Belki de ‘Kürt sorununun’ çözümü için sözü en kıymetli olacak aydınlardan biri olduğunu düşündüğüm babam Metin Altıok yaşamı boyunca düşünceleri, benimsedikleri, iz düşürdükleri nedeniyle Sivas’ta vahşilerin hedefindeki aydınlardan biri olur. Farklı bir coğrafyada Anadolu’nun bağrında Sivas’ta onu 34 insanla birlikte ateşe veren anlayış aynı. Sivas’ın acısı farklı değil bu ülkenin acılarından. Bu ülkede Kürt olmak, Alevi olmak, Ermeni olmak kadar aydın olmak, hak aramak da yeter sebep mahvolmaya.

***

Sezai Temelli’nin açıklamasıyla hareketlenen tartışmaları izlerken yıllardır bağrımda taşıdığım acıyı da tartarak adalet arayışıyla başlayan ve siyasi temsil ile süren insan hakları mücadelesi içinde kendi tanıklıklarımı temel alarak düşünüyorum. Sivas acısının izini sürerken yolum Roboski’yle ve nice acıyla kesişti. 2013 yılında ‘Barış İçin Özgürlükçü Demokrasi Bildirgesi’nin hazırlanıp paylaşılması sürecinde yer aldım. Hafıza, yüzleşme çalışmalarına kafa yordum. Kürt sorununun nasıl aşılabileceğini araştıran toplantılara, uluslararası sempozyumlara katıldım. Niyetim çözüm için en önce kavramaktı. Biliyorum ki bilmek, anlamak kadar hissetmek ve samimiyet de önemli.

***

Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin tamamen dışında bırakıldığı çözüm sürecinin başından itibaren bizzat katılım sağladığı ‘Barış İçin Özgürlükçü Demokrasi Bildirgesi’nin açıklanması, Tigris Diyalogları gibi toplantılarda dile getirdikleri bugün yapılan açıklamasıyla tutarlıdır. “Toplumsal Barışı Demokrasi ile Güvence Altına Almak” başlıklı değerlendirme raporu (2014) gibi çalışma bölgesi raporlarımızın, tutum belgelerimizin tamamı bu samimiyetle yürütülmüş çalışmalardır. Yapılan açıklamaların eksik, yetersiz ya da velev ki yanlış yönleri bulunduğunu varsayalım. Siyasetin bu denli kutuplaştırıldığı, barışın adını anmanın bile teröristlik olarak tanımlandığı bir iklimde ittifak partilerinin görüş çeşitliliğinin sunduğu kısıtlar da düşünüldüğünde Kılıçdaroğlu’nun çözüm için; kapatılmakla tehdit edilen, seçilmişleri tutuklanarak zor bir sınav veren HDP’yi işaret etmesini kıymetli bir adım olarak görmek yerine -bir telaş- daha önce denenmiş ve hüsranla sonuçlanmış bir masanın çözüm ortağını adres göstermek yaşananlardan hiçbir şey anlamamış olmak anlamına gelir. Geçtiğimiz günlerde Erol Katırcıoğlu’nun yine Temelli gibi kendi partisi tarafından benimsenmediği ve bireysel bir açıklama olduğu belirtilen Erdoğan’ın adım atması halinde AKP ile uzlaşılabileceği yönündeki açıklaması da benzer bir kavrayış problemi değilse Kürt halkının tercihleriyle seçilmiş ve bedel ödetilen siyasetçileri yok saymak, siyasi malzeme olarak görmek anlamını taşır.

***

Oysa görüyoruz ki dün HDP tarafından resmi olarak açıklanan tutum belgesinde açıkça ortaya sunulan temel amaç çerçevesinde ilkesel buluşma için TBMM, diyalog ve çözüm zemini için net olarak tanımlanıyor. “Amacımız, bütün kuvvetleri ve nihai karar yetkisini tek adamda birleştiren bu otoriter ve tekçi sistemin yerine güçlü demokrasinin, çoğulcu demokratik sistemin tesis edilmesini sağlamaktır” cümleleri de içinde bulunduğumuz karanlık, baskıcı rejimden bireysel açıklamalar ya da siyasal çıkar arayışlarından bağımsız bir çoğulcu arayış ve anlayışla çıkılabileceğine işaret ediyor. Bu açıklamayı çok önemli buluyorum.

***

Kürt sorunu ancak barışçıl yöntemlerle, müzakere ve siyaset yoluyla çözülebilir. Ancak en önemli konu toplumsal vicdan, bellek ve yüzleşme adına sahici bir kavrayışın sağlanmasıdır. “Literatürde varsa Dersim için özür dilerim” sözleriyle siyasi şov yapanların, Diyarbakır’da İbrahim Tatlıses ve Şivan Perver’i yan yana getirdiği sahnede Roboskili aileler için sahte gözyaşları döküşü benim aklımdan çıkmaz. Oysa bu ülkede hâlâ Kürtçe şarkı söylediği için yargılanan müzisyen, dövülen genç var. Roboski’nin ise bir davası bile yok ama aynı “yetkililer” suç ve ceza tanımlamadan tazminat yani sus parası teklif etme cüretinde bulunabiliyor. “Süreç” adına üç ilin Kürtçe gerçek adına izin çıksa da (!) Roboski demek suç. Bu bir kavrayış değil fırsatçılıktır.

***

Eşit yurttaşlık temelli çoğulcu bir anlayış sadece Kürt sorununun değil Türkiye’nin demokrasi sorununun çözümü ve insan hakları ihlallerinin son bulması için de çok önemli. İktidarın yanlış dış politikaları ile geldiğimiz noktada Ortadoğu politikamız da mezhepsel öncelikli emperyal teslimiyetlere sıkışmış bir durumda. Her zaman olduğu gibi yurtta barış, bölgede barış, dünyada barış çözüm için pusulamız olmalı.